ÖKÜZ BİLGİSİ
ÖZET
Öküz insanoğlunun evcilleştirdiği hayvanların içinde ona en fazla yardımı dokunan
canlıların başta gelenlerinden biridir. Sosyal ve iktisadi hayatımızda önemli görevler üstlenmiştir.
Bu sebeplerle öküz, Türk Mitolojisi'nde ve başka halkların inançlarında da yerini almıştır.
Tarihi süreç içerisinde insan hayatındaki rolü bir tarafa bırakılsa bile, Kurtuluş Savaşının
kazanılmasında verilen mücadelede, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu sırasında ve Kastamonu tarihinde,
kağnı kollarının, dolayısıyla öküzlerin yeri tartışılamayacak kadar büyüktür.
Günümüzde büyük ölçüde kullanımdan kalkmaya başlamış olduklarından, etrafında biriken çok kıymetli
bilgiler de yok olup gitmeye başlamıştır. Öküz, kağnı, döven sürme, deste-kemre çekme, çifte-çubuğa,
oduna ve hatta düğüne gitme gibi çoğumuzun hatırlayabileceği, ancak yeni neslin bilmediği kimi hadiseler
yok olmuştur. Kullanılmayan alet ve hayvanlar, beraberlerinde yüzlerce, binlerce adet, görenek, kelime, deyim, atasözü,
mani, hikaye, türkü ve benzeri halk ürününü de alıp gitmektedir.
Az çok araştırılmış olan at kültürümüz gibi, öküz kültürü-bilgimizin de araştırılmaya
ihtiyacı vardır. İnsanoğlu, bir yandan hızlı makineleşme karşısında çaresiz
kalmış, bir yandan da tabii çözüm yolları üretmeye başlamıştır. Bu çerçevede öküz bilgisine
de ihtiyacımız olacaktır. Ayrıca birçok bölgemizde günümüzde bile kullanılan öküz ve buna bağlı
diğer hadiselerin gösterdiği bilgilerin, pratikte de kullanılması söz konusudur. Mesela, otomobil pazarı
yoluyla ülkemize ve dolayısıyla dilimize hiç düşünmeden kabul ettiğimiz yüzlerce kelime yerine, bizim
icadımız olan kağnı aracının üzerindeki parçalara verilen isimler kullanılabilir.
Daha da önemlisi Kastamonu'nun tarihinde büyük yeri olan "İstiklal Savaşı'nda Kastamonu, İnebolu-Ankara
Kağnı Kolları" ile ilgili bir görsel çalışma ( film, fotoğraf vb.) yapılabilmesi için,
ölüme terk edilen öküz bilgisinin, yeniden derlenip, toparlanması ve yaşatılmasına ihtiyaç vardır.
Bu çalışmanın konusu Öküz Bilgisi'ne Giriş mahiyetinde, hatırlayabildiğimiz ve karşılaştığımız
bulguların derlenmesinden ibarettir. Hafızamız ve görebildiklerimizle sınırlıdır. Araştırmacıların
değerlendirmesi amacıyla hazırlanmıştır.
I.GİRİŞ
1.MEDENİYET
2.MİLLETİMİZİN GÜCÜ
3.KULLANILMAYAN YOK
OLUYOR
II.KISA TARİHCE
1.BAZI EFSANE VE İNANÇLAR
2.KAĞNI KOLLARI
III.ÖKÜZ
1.BÜYÜTÜLMESİ
2.İŞE ALIŞTIRILMASI
3.BESLENMESİ,BAKIMI
4.SATINALMA
5.HASTALIKLAR
IV.GÜNLÜK HAYATTA ÖKÜZ
1.MÜKEMMEL HAYVAN VE ARAÇLAR
2.KEYİFLİ ANLAR
3.ZOR ANLAR
4.BİR
HATIRA
V.DİLİMİZDE ÖKÜZ
1.KÜÇÜK SÖZLÜK
a. ÖKÜZ
b. ÇİFT SÜRME
c. BOYUNDURUK
d. KAĞNI
e. DÖVEN SÜRME
2.ATASÖZÜ VE DEYİMLER
3.DİĞER ÜRÜNLER
VI.SONUÇ
DİPNOTLAR
I. GİRİŞ
1. MEDENİYET BİRİKTİRMEK
VE KULLANABİLMEKTİR
Medeniyet, insanoğlunun tecrübelerinin değerlendirilmesiyle ortaya çıkan her türlü mükemmele ulaşmış
bilgi, görgü ve davranışla, eserlerden ibarettir. İnsan, önce
bir şeyleri tecrübe eder, ortaya çıkan yeni bilgiler kamuya mal olur. Bütün insanların bilgi ve birikimleri,
asırların acımasız şartlarından süzülerek günümüze ulaşmıştır. İnsanlığa
faydalı olabilecek bilgilerin kaybolması, onun zararına olmuştur. Bilgilerin biriktirilerek daha mükemmel
sonuçlara ulaşılması ise toplumları yüceltmiştir. Bu açıdan bakıldığında
her insan ve milletin, sahip olduğu bilgileri, sonraki nesillere ulaştırması milli bir borçtur.
Ademoğlu, hayatını idame için yaşadığı çevreye ve
dünyaya hakim olmayı düşünmek ve gereğini yapmak zorundadır. Bu düşüncelerle yola çıkan ve millet
halinde yaşayan insanlar, olaylara, olgulara, varlıklara önceki olgunluk ve tecrübeleri seviyesinde bakabiliyorlar.
Birikimleri, yahut dünden toplayabildikleri hazineler, bugün karşılaştıkları hadiselere daha kolay
yaklaşmalarını ve çözmelerini sağlıyor. Daha da ileri giderek şunları söylemek mümkündür;
Yaşadığı tabiatı, canlıları, insanları, kısaca alemi daha iyi tanıyan, buna
çaba gösteren, düşünen, araştıran, üreten, insanlığın geçmiş tecrübelerine daha fazla vakıf
olan ve bu birikimi geliştirerek sonraki nesillere aktarma azminde olan milletler, diğer milletlere yön verebilmektedir.
Önemli roller üstlendikleri dünyayı idare etmektedir. Çünkü "bilgi" güçtür.
Bugün, bu sebeple, bizim için önemsiz ve küçük görünen her bilgiye bu açıdan yaklaşmak
ve kullanıcıları için hazır bulundurmak zorundayız. Başta Amerika olmak üzere, gelişmiş
ülke kütüphanelerinin zengin ve vatandaşlarının da kitap okuma alışkanlığının
yaygın olmasının temelinde bu düşünce vardır. Bu yüzden, Türkiye'de çıkan her yayın, bizim
kütüphanelerimizden çok önce, ABD kütüphanelerinde mevcut ve kullanıma hazır hale getirilmektedir. Emin olunuz;
Türkiye ile ilgili her bilgiye, Türkiye'dekinden çok daha süratli, kolay ve ucuz bir şekilde ABD, İngiltere veya
İsrail'de ulaşabilirsiniz. Bunun aksine, mevcut birikimlerini kaybeden, yahut da unutan milletler de tarih sahnesinden
siliniyorlar. Sömürge olduklarının farkına bile varmadan çürüyüp gidiyorlar. En azından müthiş bir
bocalama dönemi geçirdikten sonra kendilerine gelebiliyorlar. Türk Milleti bu nadir milletlerin başında gelmektedir.
2. MİLLETİMİZİN
GÜCÜ
Türk Milleti
dünyada hiçbir milletin sahip olmadığı müstesna bir güce sahiptir; Bu güç, tarih boyunca yaşadığımız
hayatın her evre ve biçiminin, az veya çok, günümüzde, herhangi bir Türk Topluluğunda yaşatılıyor
olmasıdır. Tarih öncesinden günümüze kalan medeni kalıntıyı, bir başka Türk Boyu veya Topluluğuna
bakarak zenginleştirmek mümkün olmaktadır. Ancak, bu zenginlik, Türk Topluluklarının medeni, siyasi ve
sosyal alanlarda işbirliği kurmaları ve karşılıklı ilmi ve edebi eserlerin aktarılmasıyla,
bir ırmağa akan dereler misali birleşmesiyle ortaya çıkacaktır. Bir tarafta kaybedilenler, diğer
taraftan yeniden tamir edilebilecektir. Mesela, bugün Türkistan'da, Sibirya' da hala göçebe hayatı devam etmektedir.
En eski dini hayatımızın örnekleri görülmektedir. Bu şekilde, çiftçilik yaparken hala öküz kullanan topluluklar
vardır. Kaybettiğimizi sandığımız, medeniyetimizin bir parçası olan birçok bilgi ve görgü,
dünyanın bir başka köşesinde yaşayan bir Türk Topluluğu’nda çok canlı bir şekilde
karşımıza çıkabilmektedir. İşte bu durum, olağanüstü bir gücün kapılarını
bize aralamaktadır. Ancak, unutulmamalı ki; " Bilgi, denizin dibinde bir inci gibi durur, Kişioğlu denizden
çıkarmasa inciyi, Ha inci olmuş, ha çakıl taşı! "(Yusuf Has Hacip/
)
3. KULLANILMAYAN YOK OLUYOR
Hayatımızın
birçok safhası var. Bunların herhangi birinde değerlendirdiğimiz aletleri, hayvanları, toprak veya
tabiat hadiselerini kullanırken, onları az veya çok tanımış oluyoruz. Kullanmayı bıraktığımız
anda, bunlarla ilgili bilgilerin çoğunu, kısaca bir büyük hazinemizi de kaybetmeye başlıyoruz. Bu hazinelerimiz,
dil ve kültürümüzün kaybettiğimiz alanlarla ilgili birikimleri, tecrübelerimizdir.
Konuyu müşahhas bir örnekle dile getirmek istiyoruz; Anadolu'nun bir kısmında, Türkistan'ın
bazı bölgelerinde halen kullanılan öküzler, teknolojinin gelişmesiyle hayatımızdan çekilip gitmektedir.
Öküzle yapılan tarım ve ulaşımın birçok yerde tarihe karışmasıyla "Öküz Bilgisi" diyebileceğimiz,
kültürümüzün önemli bir sahası da eriyip yok olmaya bağlamıştır. Günlük hayatımızda kullandığımız
birçok kelime, deyim ve atasözleri ve benzeri bilgilerin unutulmaya terk edildiği görülmektedir. Sadece öküzlerin değil,
kullanmayı bıraktığımız her olgu, her tören, her bina...hülasa her şeyle beraber, onların
çevresinde oluşan görgü ve bilgilerimiz de -tespit edilmemişlerse- yok olmakta, buharlaşmaktadır; At bilgisi,
ekincilik, harmancılık, değirmene gitme, tandır başı -yarenlik bilgisi, aşıklık
geleneği, çocuk oyun ve oyuncakları, şifalı bitkiler, bazı yemeklerimiz, misafir ağırlama
ve bunun gibi birçok konuda hassasiyetlerimiz azaldıkça, o konuların çevresinde oluşan bilgi hazinemiz de kaybolmaktadır.
Gönlümüz, bunlardan öküzle ilgili olanlarının kaybolmasına elvermediğinden, hatırlayabildiklerimizi,
bilemediklerimizi bazı hafızaları yoklayarak aktarmak üzere yola çıktık. Tekrarlamakta yarar var;
"Öküz sabana bakar gibi bakarsak, birçok değerimiz kaybolur, elimizde avucumuzda bir şey kalmaz, ele güne muhtaç
oluruz" diye düşünüyoruz. Kaybedilmiş, başkalarınca gasp edilmiş bir yurdu, yazılarıyla,
romanlarıyla yeniden diriltebilecek, hafızasının derinliklerinden hayata geçirtebilecek Cengiz Dağcı
gibi kaç yazarımız var? Bunun için, unutulma ve yok olma tehlikesi göz önüne alınarak, bütün kıymetlerimiz,
yazılı veya görüntülü olarak, -ihmal edilmeden, derhal- tespit edilmeli, belgelenmeli ve yayınlanmalıdır.
Öküz ve ona bağlı olarak yaşamış ve unutulmaya yüz tutmuş olan; öküz yetiştirme,
eneme, besleme, nallama, düşen, çift sürme, kemre (gübre) çekme, kağnı gibi konularda kütüphanelerimizdeki
bilgilerin işlenmeye muhtaç olduğu söylenebilir. Mevcut bilgilerin tekrarlanması endişesi taşımadan,
"belki kaybolur" düşüncesiyle, az da olsa yarınlara bir şeyler bırakabilmek amacıyla tespitlerimizi
aktarmaya çalışacağız. Umuyoruz ki konunun uzmanları, bu cüretimizi affederler.
I.
KISA
TARİHCE
1. BAZI EFSANE VE İNANÇLAR
Çeşitli milletlerin mitolojilerine bakıldığında bazı hayvanlarla ilgili inançlara
rastlanmaktadır. Türk Mitolojisinde Öküz ile ilgili bazı efsane ve inanışlar bulunmaktadır. Bunların
en önemlisi; " Dünyanın öküzün boynuzları üzerinde durması" inancıdır. İslamiyet'te ve Bin Bir
Gece Masallarında, Dünyanın bir öküzün boynuzları üzerinde durduğundan söz edildiğini, ancak "İnsanlığın
benzer inanış ve adetlerinin tek bir köke ve tek bir bölgeye bağlama" nın ilmi bir metot olmadığını
anlatan Prof. Dr. Bahaaddin Ögel, konuyu şöyle özetlemektedir; "Altay bölgesindeki Teleüt Türklerine göre Dünya dört
öküz tarafından tutuluyordu. Fakat bu öküzler, bir tabağa benzeyen dünyayı, altına girerek değil;
kenarlarına koşulmuş olarak tutuyorlardı. Bu öküzlerin renkleri de, eski Türk ananesine göre, yine mavi,
yani gök idi. Dünyaya koşulu olan bu öküzler, bazen kımıldıyorlar ve bu yüzden de büyük zelzeleler oluyordu.
Cengiz Han döneminde, büyük kağnılar üzerinde yürüyen Han Otağı bulunuyordu. Bu kağnı birçok
öküzle çekiliyordu. Kırgızlara göre “Yerin en altında büyük bir okyanus vardı. Bu denizin üzerinde
ise, çok kalın bir bulut dolaşıyordu. Bulutun üzerinde ise çok büyük bir kaya ve kayanın üzerinde de"Boz
Öküz" vardı. İşte dünya bu boz öküzün boynuzları üzerinde dururdu." Boz ve Gök renklerinin birbirine karıştırıldığına
dikkat çeken Ögel, bu "Boz Öküz" ün muhtemelen "Gök Öküz" olduğundan ve ayrıca "Kırgızların bir inekten
türedikleri" ne dair efsanelerin de bulunduğundan bahsetmektedir.
Bahaaddin Ögel, Anadolu' da Kayıkçı Kul Mustafa'nın; "Yoktur bu dünyanın ucu bucağı,/
Sarı Öküz' den balıklar aşağı,"dediğini, "En aşağıda büyük bir deniz, denizde
büyük bir balık, balığın üstünde bir öküz ve öküzün boynuzları üzerinde de Dünyanın durduğuna"
inanıldığını aktarmakta, Kırım'da ise "Dünya, bir boğanın boynuzları üzerinde
durur, Boğa ise, büyük denizde yüzen büyük bir balık üzerine tutunur, denizin altında rüzgarlar ve onun altında
da karanlık bir dünya uzanır. Boğa yorulup da boynuzlarını kımıldattıkça büyük zelzeleler
olur." şeklindeki inancın bulunduğunu bildirmektedir. O'na göre her iki inancın özünde İslami tesirler
bulunmaktadır. Pir Sultan Abdal; "Musa söyler idi bin bir kelamı,/ Kudret eli ile çaldı kalemi,/ Öküze yükletti
cümle alemi,/ Dünyanın temelin kuraldan beri!.."demiştir.
Ögel'in tespitlerine göre Dünyanın öküzün boynuzları
üzerinde durduğuna dair şiirler, Firdevsi'nin "Şah-name" sinde de vardır. Diyarbakır’lı
Türk Şairi Şerifi, xv. yüzyılda Türkçe'ye çevirerek Mısır' da Kansu Gavri'ye sunduğu bir Şah-name
'de bu fikri güzel bir Türkçe'ye büründürmüş, bu öküze "Yer götüren öküz" diyerek; "Ağırlandı yer ol bağ-ı
girandan, / Gücendi yer götüren öküz andan." şeklinde ifade etmiştir. ( Ögel / 118-120) İslami-tasavvufi kaynaklardan Marifetname de , dünyanın- manevi anlamda- Öküz adlı bir meleğin
başında durmasını ayrıntılı bir şekilde tasvir etmektedir.(Erzurumlu/ )
Boğayı, Yunan Mitolojisi'nde ve Sümerler'de de görebiliyoruz; Gılgamış ile arkadaşı
Enkidu'nun gökten inen "İlahi Boğa" yı öldürdükleri, Europe (Avrupa)
adlı kızı, Zeus' un boğa kılığına girerek alıp Girit'e götürdüğü ve onunla
evlendiği anlatılmaktadır. ( Beğenç / 73-74 )
Türk Mitolojisi'nde ve ( Etrüksler ve diğer )Türklerin etkilediği bölgelerin mitolojilerinde bu kadar
önemli bir yeri olan öküz, destanlarımızda da geçmektedir. Bir büyük dönemi yansıtan dünyanın en büyük
destanı Manas Destanı' mızda "Asıy (beş yaşındaki) öküzün derisinden/ Örülen buldursunu
(kırbacını) / Eline aldı Semetey" (Yıldız/215) şeklinde geçmektedir. Dede Korkut Hikayeleri'nden
Boğaç Han Hikayesi ise Öküz' ün, Boğa' nın Türk Sosyal Hayatındaki yerini çok canlı bir şekilde
anlatmaktadır.( Ergin / 8-27)
Etimolojik açıdan "Oğuz" kelimesinin Öküz kelimesiyle ilişkili olduğuna dair ortaya atılan
iddiaların da önemle değerlendirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Nitekim, Samsun’da yapılan 8.
Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği Kurultayı'na katılan Çuvaşistan'lı
delegelerle ( İlya İvanov ve arkadaşları ) yaptığımız sohbette, "Türklerin Bozkurt' tan önceki milli sembollerinden birinin "Öküz" olduğunu, kendilerinin de bu sebeple
"Öküz" sembolünü - Nevruz Şenlikleri - gibi çok önem verdikleri bayramlar başta olmak üzere çeşitli ortamlarda
kullandıklarını " ifade etmişlerdir. Çin kaynaklarında milattan önceki asırlarda yaşayan
Türk kabileleri zikredilirken " Kağnı Sahibi Kabileler " den de bahsedilmektedir. ( Esin / 1 ) Kutadgu Bilig'de
" Yerken, içerken öküz gibi yedim içtim; / Heva ve heves peşinde tozu dumana kattım." ifadelerinin bulunması
öküzün ve kağnının Türk Sosyal Hayatında çok eskilerden beri var olageldiğini göstermektedir. ( Yusuf
Has Hacip / 469 ) Öküz ve ona bağlı bilgiler bütün Türk Topluluklarında yaygındır. Prof. Dr. Harun
Güngör, Sibirya Türklerinden derlenmiş bir Şaman Efsanesini aktarmış ve Şaman Ruhlarının;
ayı, kurt, köpek ve hatta öküz donuna girdiklerini, bunun Hacı Bektaş-ı Veli' nin Velayetname’ sinde
geçen don değiştirme anlatımıyla aynilikler taşıdığını belirtmiştir.
(Güngör/ )
Osmanlı Devlet Adamları arasında Öküz Mehmet Paşa adıyla bilinen bir devlet adamının
bulunması, Fatih Sultan Mehmet' in Cenevizlilerden öküz derisi kadar bir yer isteyip, buraya Rumeli Hisarını
yaptırmasına dair menkıbe, Osmanlı Toprak Düzeninde öküzün de zikredilmesi gibi konular hatırlanacak
olursa öküzün Osmanlı döneminde de yaşatıldığı anlaşılacaktır.
Bugün Özbekistan’da hala “Öküz Koşukları” söylenmektedir. Afganistan Türkleri arasında
da halk arasındaki adı “Öküz Koşukçu” olan sanatçılar vardır. ( Mirhamza )
Öküzün Türk Sosyal Hayatındaki önemli konumuna en güzel örnek, Kurtuluş Savaşında cepheye erzak
ve mühimmat sevk edilmesi sırasında binlerce kağnıdan oluşan Kağnı Kolları’nın
kullanılmasıdır. Bu konuya geçmeden önce, öküzün efsanelerimizde, destanlarımızda, hikaye ve masallarımızda,
şiirlerimizde, türkülerimizde, manilerimizde, fıkralarımızda ve hatta bilmecelerimizde yer aldığını,
bu sebeple üzerinde daha fazla durulması gereken bilgiler taşıdığına dikkat çekmek istiyoruz.
Mesela; Hakkari -Yüksekova'da öküzlerin üzerine -çıplak bir şekilde, eğersiz, ata biner gibi- binilmesini (
Hasan Küçükyıldız ) Öküz kılığındaki Zeus'a binen Avrupa ile, Artvin - Kafkasör ve başka
yörelerimizdeki boğa güreşlerinin mitolojideki şenlik ve toylarla, Dede Korkut Hikayelerinden Boğaç Han
Hikayesi'ni İspanya'daki Boğa Güreşleriyle birlikte değerlendirmenin mümkün olabileceğini belirtelim.
Kafkasör’e katılan bir yabancı misafir, bu şenliklerde yapılan boğa güreşlerini İspanya’daki
güreşlerle karşılaştırarak şunları söylüyordu:” Burada boğa, boğayla güreşiyor.
Öldürmek yok. Her şey eşit. Bu çok adaletli. İspanyada böyle değil. Bu yüzden Kafkasör’ü çok sevdim!”
( Bizden Sesler )
Ayrıca Boğa - Tosun ile ilgili olarak, Adana, Ceyhan, Dedeler köyünde, yağmur yağdırmak
için başvurulan Boğa Dede Kültü' nün ve Ziyaret Yeri'nin bulunması, tek başına çift sürme durumundaki
boğanın yanına bir geyiğin gelerek boğaya koşulmasını anlatan hikaye ( Artun / 125-130
) ve benzeri halkbilim verilerinin bir Boğa Kültü veya Öküz Kültü' nün varlığına ışık tutacağı
düşünülmelidir. Yine Türk Destanlarındaki "Aşerme ( yerikleme )" motifinin destan kahramanları üzerindeki
etkisi ve Hayvan Ata ( ecdat ) inancıyla olan bağlantısından söz edilmektedir. ( Aca / 78-81 ) Konuyu
fazla genişletmemek için, çeşitli açılardan bakmanın mümkün olabileceğini vurgulamak amacıyla
son bir örnek vererek noktalayalım; Bazı dilbilimcilere göre " İlk haliyle Fenike yazı sisteminde alef
denen A harfi, bugün bildiğimiz A' nın yan yatırılmış biçimiydi -K- ve inek ya da öküzü temsil
ederdi. (Alef, Fenike dilinde 'Öküz' demekti.) " (Sanders / 11-12)
2. YAKIN TARİHİMİZDEKİ YERİ VE KAĞNI KOLLARI
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması sonucunu doğuran Kurtuluş Savaşımızın isimsiz
kahramanları öküzler ve onların çektiği kağnılardır. Binlerce kağnının taşıdıklarıyla
zafer kazanılmıştır. Özellikle, "Gavur Ankara'ya yürüyor, ey ahali! Yok mu erkeklerimize silah gönderecek
kadınlar? şeklinde tellalların pazarlardaki ilanlarını duyan kadınlar kağnılarını
koşmuş, çocuklarını evdeki yaşlılara, yetişkin kızlarına ve komşularına
bırakmışlar, asker korumasında Kastamonu yolunu tutmuşlar, Seydiler Ovası’na vardıklarında
kağnı kolunun dev bir yılan gibi ovayı doldurduğunu görmüşler, geceleri arabalarında bir
yorgan altında yatmış, mola verdikçe öküzlerini otlatmış, yaprak yolup yedirmişler." (Erdoğdu
/ 74) ifadeleriyle aktarılan kahraman Türk Kadınları'nı zikretmek gerekir. Kağnı Kolları’nı
en güzel tasvir eden eserlerden biri de Enver Behnan Şapolyo'nun yazdığı “Atatürk Anadolu’da”
adlı eserdir. Kastamonu Halkı yediden yetmişe, canını dişine takarak bu güzergahı canlı
tutmuş, askerlerimizi cephanesiz bırakmamıştır. Allah, şimdi çoğu rahmetli olmuş gazilerimizden
ve kağnısı başında donan şehitlerimizden razı olsun.
Burada yeri gelmişken Kastamonu Cumhuriyet Meydanı'ndaki anıtla ilgili bir hususu belirtmek istiyorum;
Şehit Şerife Bacı Anıtındaki öküzler yularından çekilerek götürülmektedir, ki bu durum Trakya'ya
hastır. Kastamonu yöresinde öküzler, üvendere ( ucu nodullu, çivili sopa, ürgendere, üğendere veya
üvendere ) ile ve genellikle öküzlerin ardından idare edilir, gehlenir.
(yürümeleri için çağrılır.) Burada iki dikkatsizlik söz konusudur ; Sanatının dikkatsizliği
kadar, o dönemleri, kültürleri yazıp çizmeyen, resimlemeyen büyüklerimizin dikkatsizliği, böyle şeylere önem
vermeyip aldırış etmemeleri de tenkit edilmeli diye düşünüyorum.
II.
ÖKÜZ
1. BUZAĞININ DANA, DANANIN ÖKÜZ OLMASI
Biliyorsunuz, sığırın yavrusuna buzağı, erkek buzağının biraz ele
gelenine de dana denir. Gücü kuvveti yerinde görülen, uysal danalardan ikisi eşlenerek, ileride birlikte koşulacakları
da dikkate alınmak suretiyle birlikte beslenir, büyütülür. Tabir yerindeyse arkadaş olmaları temin edilmeye
çalışılır. Bir buçuk, iki, bazen üç-dört yaşında iken bu danalar, enenerek veya burularak
( iğdiş edilme, kısırlaştırma.) ve danalıktan çıkarılırlar. Enemek veya
burmaktan maksat , boğanın yumurtalık bağlarının tıkanmasıdır. Yumurtalıklar
kesilip alındığında buna eneme, bir makine ile burularak sıkılmışsa buna da burma
denir. Böylece boğa kısırlaştırılmış, hadım edilmiş olur. Belki de bu yüzden,
öküz; "Öldüğüm zaman derimi ineğin sırtına atıverin" dermiş.
2. İŞE ALIŞTIRMA
Genç öküzler
küçük, hafif işlerle boyunduruğa alıştırılırlar. Bunun sebebi bir kısım öküzlerin
bazı iş türlerini sevmemeleridir. Mesela, bazı öküzler düğene gitmez, onun için bu öküzlerin butları
nodul yarasından pürtük pürtük olurmuş. Bu sebeple her iş türünü de sevdirerek alıştırmak lazımmış.
Babamın anlattığına göre, öküzler daha danayken, dövene alıştırmak için boş boyundurukla
harmanda gezdirip sap yedirirlermiş. Harmanda gezerken alışır giderler ve bu zor iş türünü de severlermiş.
Bu alıştırma döneminde ve her zaman hayvanlara iyi muamele edilmeli; bir saat, yarım saat yorulunca dinlendirilmeli,
mola verilmelidir. Hayvan dinlendirildikten sonra ağzına ekmek ve benzeri yiyecek verilir; "Hadi oğlum kalkın"
deyince kalkıp tekrar işe koyulmaları kolay olur. Yoksa iş görmeye iştahsız olurlar.
Hayvan kendisine yapılan hitabı anlar; "Doahh" deyince durur, "Dön" deyince döner, "Höst" deyince bilir.
İş yaparken kendi adlarıyla hitap edildiği gibi, "Heşt, Gah, Hadi Oğlum.." denilerek iştahlandırılır.
Babamın anlattığına göre Trakya'da "Deh, Doh" da denirmiş. (Bu hitap Kastamonu'da atlara yapılır.)
Genellikle öküzlere; Akman, Gökmen, Aslan ( ki muruşcu-döğüşcü olanlar için kullanılır. )
Osman, Tosun gibi adlar verilir.
Acemi danalar, genç öküzler, oldukça zahmetli olan köy işleri için eğitilirler. Bu zaman alır. Tarlada,
harmanda önünden dönülür. Bu sabır isteyen, aynı zamanda tehlikeli bir iştir. Ucunda sakatlık bile olabilir.
İyi yetişmemiş danalar tarif edilirken "dönüm vemaya" (çift sürülürken dönüm başlarından geri
dönüldüğü için, dönüm vermiyor, iyi dönemiyorlar, eğitilmemişler anlamında) tabiri kullanılır.
İki - üç yaşında öğretilmeye başlanan danalar, dört yaşında iyi bir öküz olabilirler. Ancak
her danadan iyi öküz olmaz. Mesela; "Sarı öküz, yarı öküz" denilmiş, makbul tutulmamıştır.
Kastamonu'da mandaların boynuzuna burguyla delinip gök boncuk sıkıştırılırken,
öküzlerin boynuzuna gök boncuk bağlanır. Gök boncuklarla örülmüş yularlarında küçük aynalar da bulunan
bu genç öküzler, ahırın baş köşesine bağlanırlardı. (Küçükyıldız)
2. BESLENMESİ ve BAKIMI
Öküzler, ilkbaharda
yaylaya çıkarılıp 'yaylanır' dı. Kastamonu'da, Ilgaz’da veya Yaralıgöz' de besiye
çekilirdi. Eskiden Yaralıgöz Dağında (Çatalzeytin - Abana Yolu üzerinde) ve Ilgaz yaylalarında beş
yüz çift öküzü birden görmek mümkünmüş. İki ay yaylada kalan öküzler, harman zamanı yayladan getirilirmiş.
Bu tür beslenme özel bir tür kür yapmak gibidir. Türlü türlü, en taze otları yiyerek beslenen öküzler ağır
bir çalışma dönemine güçlendirilerek sokulmuş olurdu.
Öküzler genellikle kolay beslenir.Yeşil ot varken otla, taze otun yokluğunda ise değişik yiyeceklerle
beslenebilir. En iyi beslenmesi; purçak el değirmeninden geçirilerek kırılır, sonra kaynar suda
ıslatılır, şişer, samanla karıştırılarak yedirilir. Bunun gibi arpa katığı
da çok yararlıdır.
Öküz, her gün tımar edilmek ister. Kaşınır, taranır. Çünkü Anadolu'da
öküze çok kıymet verilir. Topraktan gelen ekmek, aş için en önemli yardımcı o olduğu için ahırın
baş köşesine bağlanır. Tabir yerindeyse ahırın ağasıdır. En fazla bakım
isteyen ve bakılan hayvan öküzdür çiftçi için. Çünkü onun sağ koludur. Bakımda tımarın önemi büyüktür;
" Kalbur kalbur taşımadan, kaldır kaldır kaşıması iyidir!" denilir.( Öküze kalbur dolusu
yiyecek taşımaktansa iyice tımar etmenin önemi vurgulanıyor.)
Bakımda yağlamanın ve yıkamanın da yeri vardır. Mandalar, zeytinyağıyla
yağlanmadan orta sıcaklıktaki suyla yıkanır, sonra yağlanır. Güzel yünden yapılmış
keselerle yağ yedirilir. Bu kıl keseye "Gebre" denir. Bu işlem hayvanın yorgunluğunu çıkarır.
Ağrı sızıyı giderir, hayvanı dinçleştiren bir ovma işlemidir bu. Öküzler yağlanmadan
kulaklarının içleri, kasıkları, her yeri güzelce yıkanır. ( Küçükyıldız )
4.SATIN ALMA
Yetiştirme imkanı olmayıp da pazardan alma durumunda ise; öküzler eskiden muhayyer olarak alınır,
çiftte-çubukta, şurada - burada denenir, tecrübe edilir, beğenilirse parası verilir, beğenilmezse iade
edilirmiş. Yaşlı mı, genç mi olduğunu anlamak için ise dişlerine bakılır.
Eskiden köy ağalarının kapısında üç-dört çift öküz bulundurmak gibi bir adetleri varmış.
Bugün bir evde birkaç otomobilin birden bulunmasına benzer bir heves olsa gerek. ( Küçükyıldız )
5.HASTALIKLAR
Köy hayatında, çiftçilikte mal canın yongasıdır. Çünkü köylü, öküzüyle, hayvanlarıyla
kaynaşmıştır. Hayatı, öküzünün sağlığına, iyi bakımına ve iyi yük taşımasına
bağlıdır. Bu sebeple, zamanla hayvanıyla sahibi arasında hissi bir bağ da oluşur. Nasıl
oluşmasın ki? Sabah Namazında kalkıp çifte öküzlerini koşup gidiyordu. Hava ısınana kadar
çift sürüyor, sonra da onunla beraber dinleniyordu. Bu durum öküzü ile arkadaş olmasını gerektiriyordu. Ayrıca
öküzü her zaman güçlü olmalıydı. Kendisi hasta olabilirdi ama öküzü sağlam olmalıydı. Özellikle güç
kaybedeceği ve yaralanma tehlikesi olduğu için, genç ve güçlü danalarla muruşmasına (güreşmesine-vuruşmasına)
yol açmamaya çalışırdı. Tabii biz çocuklar bu yasağı sık sık delerdik. Öküz, çayıra
çıktığında vuruşturulur. Biz ise önümüze gelen yerde danalarla , öküzlerle muruşturur,
öküzlerimizin köyün diğer öküz ve danalarını önlerine katıp kovalamalarından zevk alırdık
Tabii birçok hastalık ve tedavi yollarını da görmüştük!
Öküzler hastalandıklarında
hastalığa bakılır; iştahı kalmaz, yemez, içmez, büyük-küçük çişini yapamaz, kulakları
düşer, zayıflar, bol su içer, geviş getiremez, burnundan su akar, gözleri sulanır, ayakları, ağzı
yara olur (şap) yem yiyemez, yürüyemez, karnı şişer.. Tabii bunlar hastalığa göre şekil
değiştiren belirtilerdir.
Öküz fazla tane yiyip karnı şişmesi ve yediklerini sindirememesi durumunda çişini yapıp
rahatlasın diye soğuk suyla yıkanır. Üzerine bol su atılır. Koşturulur. Hayvan hasta olduğundan
koşamazsa çatlamaması için döverek koştururlar veya bezir yağı denilen, susamın bir çeşidi
olan cimitten yapılan bir yağ içirirler. Yediklerini çıkarmasını temin ederler. (Bu durumu fazla
yiyiciler için bir ibret olarak görüyorum. ) Bazen da kulağını keserler, “kan tutmuş”
derler.
Öküzün boynuzu kırılınca kurt düşmesin, sinek konmasın diye yağlı bezle sararlar.
Biliyorsunuz hayvanın ayak sağlığı için ayak tırnağına nal çakılır. Halk
arasında bununla ilgili bir atasözümüz de vardır; "Deve, ayağıma nal çakılsa dünyayı sırtımda
taşırdım! dermiş". Yine nallama sırasında sıntıraç kazaen fazla keserse, zeytinyağını
kızdırırlar, yağı akıtırlar. Üzerine keçe koyarlar. Keçe yaranın suyunu emer. Ondan
sonra da nalı onun üstüne çakarlar. Yoksa hayvan ayağının üstüne basamaz. Yahut da kara ağaç kabuğunu
kaynatırlar. Yaraya oksijen gibi sürerler. Bu tedavi usulü eşek ve beygirlerin, kurt yaralamış hayvanların
yaralarına da çok iyi gelir. Çabucak iyileştirir, kurt düşürmez.
Öküzün halsizliği durumunda yorgunluğunu çıkarması için gebre ile kaşınır, suyla
yıkanır. Öküzün cıvık işemesine " Gövemledi " denir. İlkbahardaki çifte "Gövem Çifti"
denildiğine göre, bu "Gövem" sözü baharı, yeşilliği anlatıyor olsa gerek. Bu hastalık
hayvanlarca taze çimenin yenmesinden ileri gelir.
Öküzün ömrü on-on beş yıldır. Güçten düşen öküz
kasaba verilir. Danalıktan kurtulup, en az on sene koşulan öküzlerin olduğu bilinmektedir. ( Küçükyıldız
)
IV. GÜNLÜK HAYATTA ÖKÜZ
1. MÜKEMMEL HAYVAN VE ARAÇLAR
Öküzler, kolay beslenmeleri, iyi yük taşımaları ve ağır ayak hayvanlar olmaları sebebiyle
birçok alanda değerlendirilebilen bir özelliğe sahiptirler. Çift onunla sürülmüş, tomruk-odun, taş, kemre
(gübre) , deste onunla çekilmiş, döven onunla sürülmüştür. Bugün neredeyse unutulmuş değirmene gidişlerde,
yolcu ve hastaların taşınmasında, velhasıl her işte kullanılmışlardır. Hatta
inşaatta harç karmak için gereken su dahi, üzerine "Huçu" (fıçı-varil) konmuş kağnılarla
taşınıyordu.
Bu işlerin yapılabilmesi için boyunduruk, kağnı, döven, kızak (Artvin-Şavşat'ta
ve Tokat-Almus taraflarında kızağa da öküz koşulmaktadır.) gibi aletler kullanılırdı.
Özellikle kağnı kullanımında , işlerin cinsine göre "kağnı" (öküz arabası)
çeşidinin kullanılması söz konusuydu. Ana çatısı değişmemekle beraber, kağnı
(arabası) şekil değiştirebiliyordu. Filmlerde gördüğümüz uçan, yürüyen, yüzen arabalar gibi bir şeydi
bu. İşin cinsine göre kağnıya ilave ve çıkartmalar yapılıyordu. Mesela tarlaya kemre çekmek
gerektiğinde iğ veya üstülük gibi iki ana parçadan oluşan kağnının üstüne kemre sandığı
konurdu. Ön göbünün üstüne bir tahta konur, boşaltılırken çekilirdi. Sandığın
arka kapağı da yukarı çekilerek gübre boşaltılırdı. Yine deste çekilirken, yani harmana
sap taşınırken arabanın üstüne kalafatlar konur, harman sonunda ise saman taşımak gerektiğinden,
kağnı saman arabasına dönüştürülürdü. Kalafat yerine saman tahtası, dört tarafı muhkem olan
bu arabanın önüne ve arkasına da kilim konurdu. Bazen öne kilim, arkaya da tahta konduğu da olurdu. Çankırı'da
fındıktan örme saman arabaları olurmuş. Gelin almaya gidilirken süslenmiş kağnıları
hayal meyal hatırlıyorum. Babamın, annemin anlattığına göre, kağnılar cibinnikle
süslenirmiş. (Halı, kilim, eski kılık-kıyafetler, hanımların duvakları vb.) Bunlara
ziller de takılırmış. Kağnının oku ile cibinnik arasına çiçek işlemeli
kumaşlar vs. asılarak süslenirmiş. Bazen da sadece taş taşımak gerektiğinde kağnı
çıplak (ilavesiz) kullanılırmış.
İşte kağnı, kendi devrinde, her türlü tabiat
şartına ve görevine böyle mükemmel uyum sağlayabilen bir araçtı. (Küçükyıldız)
2. KEYİFLİ ANLAR
Meselenin püf
noktası, belli işlerin zamanında tamamlanmasında idi. Hele bir de vaktinden evvel bitirilebilirse, deymeyin
keyfine.. Hatta bu durum, köy komşuları arasında şakalaşmaya ve gizli çekişmelere, hatta uykusuzluklara
da sebep olurdu. Sabah Namazından sonra öküzlere boyunduruğu vurup, çifte veya kağnıya goşmak,
gün ağarmadan tarlaya varmak, çiğ kalkmadan, kağnıya alabileceği yük hacminden biraz daha fazla yüklemek
bir yarıştı. Deste arabasını doldurup, tereyağı sürülmüş iğinin, o kulağa
hoş gelen ingiltisini köye ilan ede ede, herkesten evvel tarladan dönebiliyor musun? Mutluluk buydu. Kağnının
iyi bağırması için gazyağı, katran yağı veya kızarmış tereyağı
fırçayla iğ'e sürülürdü. Bilhassa taşlı yollarda bu, çok ses çıkarırdı. Hele bir
de kağnının yükü ağırsa, gökçe ağaçtan veya karaağaçtan yapılan iğ, teker döndükçe
ingilderdi. Kağnısının iniltisini sesinden tanıyan evin hanımı oğmaç,
bulamaç veya tarhana çorbasından ibaret kahvaltıyı köyün girişindeki Musalla'ya veya harmana koştururdu.
Evin aksakalı, seslere kulak vererek, öküzlere vurulan yükün miktarını kestirebilir, görünüşte "hayvanlara
bu kadar yük vurulur mu?" diye kızsa da içinden "Aferin bizim oğlana" der, yahut da köyde kimin arabasından
geri kaldığını kolayca anlardı.
Deste arabasındaki sap, harmana gelişigüzel boşaltılmaz, yığın yapılırdı.
Bu sırada yorulmuş öküzler dinlendirilir, sulanırdı. Bu iş çocukların işiydi. Hem öküzlerle
dostluklarını geliştirirler, hem de bakımlarını yapmaya alışırlardı. Bunu
yaparken yığınların gölgesindeki yemeği bile ihmal ederlerdi. (Yığın deyip geçmemeli;
kısa yaz gecelerinin büyük bir kısmının harmanda ve yığınların üzerine serilen yataklarda
geçirildiğini düşününüz. Yıldızların pırıl pırıl görüntüleri altında biz
çocukların hayal dünyaları olabildiğince çalışırdı. Tarifsiz bir zevkti bizim için.) Yığınların
gölgesinde aceleyle yenilen yemekten sonra yeniden yola revan olunur, tarlaya giden boş kağnının en istekli
yolcuları da biz çocuklar olurduk. Yol sakinse, çevrede rahatsız edecek veya yanlış anlaşılabilecek
bir durum yoksa babamız inceden bir türkü de tutturabilirdi. Biz bu yolculuğumuzdan sanki lunaparkta eğleniyormuşuz
gibi zevk alırdık. ( Küçükyıldız )
3. ZOR ANLAR
Tabii, öküzlerle
ilgili zor anlar da vardı. Öküz nallamak bunlardan biriydi. Zor bir işti öküzleri yıkmak, nallama boyunduruğuna
bağlayıp, sıntıraçla tırnağı düzeltip nallamak. Tehlikeli ve zordu. Yine kışın
dağdan kesilen çamı sürüyüp getirmek, sonbaharda gübreyi tarlaya taşımak ve boşaltmak da öyleydi.
Çocuklar için zor bir iş daha öküzlerin "cız" tutup kaçmaları, alıp başını gitmeleridir.
Büngelek denilen sinek sıcakta konduğu ve ısırdığı vakit sığır cinsini
zapt etmek mümkün değildir. Ayrıca, kaybolmuş hayvanların içinde öküzler de varsa, arayıp bulmak
çocuklara düşmüşse, hava kararmışsa, yazının yüzündeki bütün çalılar, hayvanlar -özellikle
de canavarlar- gibi görünüyorsa, mevsim kurtların ortalıkta dolaştığı bir mevsimse, bu durumda
zor anlar yaşanacak demektir. (Küçükyıldız)
4. BİR HATIRA
Çocukluk günlerim,
ilkokul öğretmeni olan babamın görevli olduğu köyde ve tatillerim de çiftçi olan dedemlerin köyünde geçti.
Danaların nasıl yetiştirildiğini, enenip danalıktan çıkarıldığını,
öküz oluşlarını, arabaya, çifte, dövene, sabana, oduna koşulmalarını, nallanmalarını,
tedavi edilişlerini yakından gördüm. Bu işlerde ben de çalıştım. Besledim, güttüm, bakımlarını
yaptım. Gördüğünüz gibi hala da öküzlerle uğraşıyorum.
Çocukluğumun unutulmaz hatıralarından
birini, annemle birlikte komşu köydeki usta Hacı Behçet Ağaya yaptırdığımız yeni kağnıyı
köye getirirken yaşadım. Kastamonu'nun Akçakese Köyü'nden Budamış-Kumara köyüne geliyorduk. Dereköy denilen
yerden sonra yüksekçe bir tepeye tırmandık Bir yarın kenarından giderken kağnını tekeri
yüksekçe bir taşa tırmandı. Hafif olduğu için öküzler boş arabayı kolayca götürüyorlardı.
Ancak, o yüksekçe taşa tırmanması sırasında arabanın iği gezekten çıkmış,
üstülükten kurtulup uçuruma yuvarlanmıştı. Arabanın üstülüğü ve öküzlerle biz orada öylece kalakaldık.
Tekerleri olmadığı için yürümeyen bir araba kasası düşününüz!.Yeni yaptırdığımız
arabanın en mühim parçasının uçuruma düşüp parçalanmasına mı, yiyeceğimiz azarın şiddetine
mi, beceriksizliğimize mi yanalım, şaşırmış, donakalmıştık. Sonradan öğrendim
k, boş arabaların iği- gezekten çıkmasın diye- bir urganla üstülüğe tutturulurmuş. ( Küçükyıldız
*) (* Dipnotlarda geçen “Küçükyıldız” annem Hayrunnisa Küçükyıldız, Babam Hasan Küçükyıldız
ve bilgileri ortak sohbetimizde hatırladığımız veya birbirimize hatırlattığımız
için de bazen beni kastetmektedir. )
V. DİLİMİZDE ÖKÜZ VE ÖKÜZE BAĞLI BİLGİLER
Kastamonu'da kullanılan Türkçe’mizde Öküz'ün durumuyla ilgili rastladığım bilgilere geçmeden
evvel, "Çift sürmek" veya "Çifte Goşmak" deyimleri üzerinde durmak istiyorum. Goşmak, goşulmak kelimelerini
"Çift" yani "iki" sözleriyle bir ilişkisi olmalıdır diye düşünürken Bahaaddin Ögel hocamın Kültür
Tarihinde de aynı konuya dikkat çekildiğini gördüm
( Bir ara hocanın yüksek lisans dersine girmek bahtiyarlığım olmuştu)
1. KÜÇÜK SÖZLÜK ( Küçükyıldız
)
a. ÖKÜZLE İLGİLİ SÖZLER
bıza, buzaa, buzağı : Küçük sığır yavrusu
burmak : Yumurtalıkların burularak hadım edilmesi işlemi.
dana : Bir-üç yaş arasındaki erkek
sığır
deste çekme : Sapı harmana taşıma işlemi.
dönüm vermiyor : İyi terbiye edilmemişler.
düğen, döğen sürme : Sapı taneden ayırma işlemi
cız dutma : Sineklerden
rahatsız olan hayvanın alıp başını koşması
cimit : Bin nevi susam
çift sürme : Tarlanın
tohuma hazırlanması için sürülmesi işlemi.(Aktarma, ikileme ve
üçleme gibi nadas işleri de vardır.)
enemek : Yumurtalıkların kesilip alınması
gebre : Yün kese
gehlemek : Yürümesi için seslenmek.
gövem : İlkbahar
gövemleme : Cıvık işeme (taze
ot sebebiyle)
gövem çifti : İlkbaharda yapılan çift.
herk : Nadas
kemre : Gübre
kerpetün,
kelpeten, kerpeten: Çivi sökmek için kullanılan alet. (Boyabat'ta kelbetün olarak kullanılırmış-Erbaş )
mıh : Çivi
muruşmak :Vuruşma, güreşme, boynuz
boynuza tokuşmak
nal : Öküzün ayağının taş ve saireden
korunması için yine öküzün ayak tırnağına çivilerle tutturulan demir ayakkabı denilebilir. At, katır,
eşekte de kullanılır.
nal çekücü : Nallamaya uygun çekiç.
nallama boyunduruğu : Boyunduruk eskisinden yapılır. Ayakları
iple bu boyunduruğa bağlanan ve tekere geçirilen hayvan hareketsiz kalır, nallanmaya hazır olur. (Bazen
huysuzlanıp, etrafındakileri de yaraladığı olur çünkü.) Urganla birlikte kullanılır. Urgan
burguyla eski boyunduruğa delinmiş deliklerden geçirilir. Atlar nallanırken "burun gısgacı "(kıskacı)
denilen bir alet kullanılırdı.
nodul : Küçük çivi
öküz : Yetiştirilmiş, terbiye edilmiş dana. Ayrıca bu dana enenmiştir, yani hadım
edilmiştir.
sıntıraç : Öküzün tırnağının
düzlenerek nala hazırlanmasına yarayan alet.
şap : Bir hayvan
hastalığı
ürgendere, üvendere, öğendere : Öküzü idare etmeye
yarayan ucu demir çivi iğneli (nodullu) sopa. İnce uzun ve kızılcık
dalından yapılanı makbuldür.
b. ÇİFT SÜRME İLE İLGİLİ SÖZLER
çift sürme :
Tarlanın tohuma hazırlanması işlemi, nadas (Aktarma, İkileme ve Üçleme gibi nadas işleri de
genel olarak bu adla adlandırılır.)
çemek : Sabana yapışan
çamuru temizlemek için kullanılan ve üvendereye takılan üçgen şeklindeki saç demir
dedegıl : Boyunduruk halkasına saban okunu tutturmaya yarayan kısım
demirlaa : Eneğin ucuna çift demirinin geldiği yer
dönüm
vemaya : Hayvanlar acemi anlamında kullanılır.
dutak : Sabanın elle tutulan kısmı
enek : Demirin takıldıgı kısım (ng ile söylenir)
(Gürgen, meşe, dışbudak gibi sert ağaçlardan yapılır.)
gövem
çifti : İlkbaharda yapılan çift sürme
halka : Boyundurukla saban
okunu birleştiren parça
herk : nadas
kayış : Boyundurukla halkayı bağlayan ve manda derisinden yapılan parça
kılıç ( kılınç) : Sürme işleminde derinliği ayarlamaya yarayan, enekle sabanı
bağlayan kısım
saban : İlkel pulluk
saban oku : Sabanın taşıyıcısı,
Öküzlerin boyunduruğuna sabanı tutturan kısım
saban demürü
: Sabanın demir kısmı
yedecek ( halka ) : Boyundurukla saban
okunu birleştiren parça
c. BOYUNDURUK İLE İLGİLİ
SÖZLER
araba gayışı : Sığır,manda derisinden yapılan kayış
araba (veya) boyunduruk gayışı çivisi ( yedecek) : Kayış
bağlandıktan sonra bu çiviyle tutturulur.
Boyunduruk :
Söğüt, gürgen, meşe, ceviz veya karaağaçtan yapılan yük taşıması için öküzlerin omzuna
konulmaya uygun şekilde yapılan alet. Trabzon Maçka’da boyunduruğa mankur deniliyormuş.(Bölge
Ağızl. II / 44)
boyunduruk
gaşı (kaşı) : Boyunduruğun ön yüzü ( Hayvanın omuz verdiği taraf arka yüzüdür )
galak : Hayvanın omzu rahat etsin diye bırakılan oyuk kısım
yedecek : araba kayışını tutturan 25-30 santimetre büyüklüğünde
odun parçası.
zelve ( zevle ) : Yaklaşık kırkbeş
santimetre uzunluğunda sert ağaçtan yapılan boyunduruk parçası
zelve
bağı : Ucu yarım hilal şeklinde kıvrık olan zelvelerin birbirine tutturulması için
kendirden yapılan kındap
(Not :) Kastamonu köylerinde her öküze iki zelvi gelecek şekilde boyunduruklar
varken, Daday ve çevresinde tek parçalı, yani dört zelvi değil iki zelviden oluşan boyunduruklar vardır.
Bunlara Daday Boyunduruğu denir. Burada zelviler birbirine bağlanmaz, çiviyle tutturulur.
d. KAĞNI İLE
İLGİLİ SÖZLER
kağnı : Türk Milletinin medeniyete armağanı olan bir ulaşım aracıdır. Öküz, manda gibi hayvanlarla
kullanılmıştır. (Şekil 4) İğ ve Üstülük gibi iki ana parçadan oluşur ;
1. İĞ İLE İLGİLİ SÖZLER
büğü : İğ’ in Tekere takılan kısmı.
büğü çivisi : İğin tekerden çıkmaması için çakılan
çivi
cember : Kağnı’ nın tekerini toplu olarak tutan,
ortalığını bir arada tutan demir. ( Bu demir kırıldığında ya yeniden ortalık
yaptırılır, yahut ta çarıklarla yamanarak idare edilirdi.Bu günkü lastik yamalar gibi.)
çarık
: Kağnı tekerindeki cember’in çıkmaması için çakılan V şeklindeki demirler.
çember : Tekerin ağaç kısmının
koruyucusu olan demir parçası. Tekerin yanlarında, üst üste duran ağaç parçalarını birbirine tutturmak
için çakılan demirler.
gezek : Üstülüğün iki yana kaymaması için açılmış çukurluk
gezek çivisi (buylu çivisi) : Gezeğin iki tarafındaki
gürgen veya karaağaç gibi sert ağaçtan yapılmış çivi ( Yozgat’ta buna “buylu çivisi”
deniyormuş)
iğ (mazı): Arabanın
bütün yükünü çeken alt kısım, Arabanın tekerlerini birbirine bağlayan ve tekerlerin takıldığı
gürgen, gökağaç veya karaağaçtan yapılan dingil. Bu parçaya Tokat, Çorum veya Yozgat civarında " Mazı" da denilmektedir.
kağnı demürü (demiri): Tekeri oluşturan parçaları bir arada tutan demir
köstek: Kağnı’
nın hızlı gitmemesi için fren işlevi gören demir kazık. Bu kösteğin at arabalarında kullanılanına
“çoruk” denilmektedir.
ortalık : Kağnı tekerini oluşturan
çemberin iç kısmına denir.
teker : Araba parçası
yastuk ( yastık) : İğe oturan İğ’ in üstündeki kertikli kısım.
2.ÜSTÜLÜK İLE İLGİLİ SÖZLER
araba gulağı ( araba kulağı)
: Araba okuna bağlanacak olan kayışların oktan sıyrılmamasına yarayan sağlam ağaç
çiviler.(genellikle iki tane olur)
are : Yozgat’ta mazıyı saran iki ağaç, oktan, yastıktan geçer, okun
yastıktan çıkmaması, mazının ileri geri kaymaması, çıkmaması, iki yana kaçmaması
için açılan çukura denir.
arka göbü : Kağnı tekerinin arkasındaki kısımda okların üzerine konan ana parça.
İki tarafına gerektiğinde kazıklar dikilir.
bıdak :
Küçük kazık
çatal kazık : Kağnı'nın önüne bazı
yörelerde çatal kazık yapılır.(Kağnı tokmağı, Çatal Kazık ve Sırık'tan oluşan
takıma Yozgat'ta Karaçal Takımı denirdi. Saman,g übre taşınırken Çeten örülür, yük çetenle taşınırdı.)
çeten : Meşe’ den örülmüş sepet.
çoluş : Bir Kağnı’ nın okuna, urganla,
boyunduruğundan bir çift öküz daha koşulur, bağlanır. Bir
Kağnı’ ya bazı durumlarda iki, üç çift hayvan koşulabilir. Yükün böyle birbirine çektirilmesi işlemine
“Çoluş” denir.
dayak : Araba hareketsizken, Kağnı dururken öküzlerin omzundaki yükü almak ve onları
dinlendirmek için oktaki yükü çekecek güçte ve yükseklikte (Yerden boyunduruk hizasını çok az geçecek kadar), yerle
ok arasına dayanan deynek ( Diğer vakitlerde zincir veya urganla ok'a bağlı durur.)
dolap : yükü sıkıştırmaya yarayan parça
göbü (
köp, küp,güp ..) : Okların üstüne konulan sağlam, sert ağaçtan yapılan ana parça
kağnı tokmağı : Okun üstüne konan iki çatallı ağaç.
karaçal Takımı :
Yozgat’ta saman veya gübre taşınırken çeten örülür, yük çetenle taşınırdı. Bu işlemi
gerçekleştirebilecek olan takıma da Karaçal Takımı denirdi.
kol ( ok) : Kağnının önünde birleşen, arkaya doğru gittikçe bir metre kadar açılan 4.5-5 metre uzunluğunda ağaç . Kağnının iki
oku vardır.
kolçak : Ok olarak tarif edilen iki ağacın tutturulduğu,
Okları ön kısımda birleştiren çivi. kulak ( gulak ) : Kağnı
okundaki kayışın kaymamasını sağlayan iki ağaç çivi.
ok demiri : Ok ucunun açılmaması
için çakılan demir şeritler.
orta göbü : Öküzün arkasına gelen ve kağnının üstündeki ana omurlardan biri.
Kazıklar bu omurların, bu Göbü’ nün iki tarafındaki deliklere üzerine dikilir.
ön göbü : Boyunduruğa yakın yere konulur. Ön kazıklar bu göbüye dikilir. Boyunduruğa yakın
yere konulan ve iki tarafına kazıkların dikilebildiği diğer Göbü’ lere göre daha kısa
olan parça.
sırık : Bu çatal kazık ve arkadaki düz kazık
arasına sırık konur. süyen : Büyük kazık
tahta : Arabanın Göbü’ leri arasındaki boşluklar için uygun kesilmiş hatıl. Arabanın
orta ve arka göbülerinin üstündeki boşluk, uygun kesilmiş tahtayla örtülür.
Tahtalar, özellikle Orta Göbü ile Arka Göbü arasına konur. Gerektiğinde Ön Göbü’ye kadar da konabilir.
üstülük: Arabaların üst kısmındaki İğ’ inin ( tekerlerinin ) üzerine konulan parçaların
tamamına denir.
yuvalak: Öküzle tomruk çekilirken,
tomruğun altına yuvarlak bir ağaç “Yuvalak” konularak kolayca kaydırılır.
g.
DÜĞEN (DÖĞEN, DÖVEN) SÜRME İLE İLGİLİ SÖZLER
burunluk : Öküzün harmandan
yemesini engellemek için kullanılan kafes şeklindeki bir alet.
cendere : Döven’ in
atlarla çekilmesi halinde kullanılan bir parça. (Doğuda yaygın adıyla )
dutacak( bok şapşağı, bok küreği, tabla, sağsı, şablak
) : Ağaçtan yapılan ve harmana öküz dışkısının
düşmesini engelleyen bir alet. Kırşehir’ de “Tabla” , Konya’ da “Şablak”
denilir, elle tutulmaz, bağlanırmış. Çankırı Dere
çatı köyünde bu kaba “Sağsı” da deniliyormuş.
düğen (döğen, döven) :
Çamdan yapılan zirai araç. Kayık biçimindeki iki uzun hatıl birbirine parelel bir şekilde tutturulmuştur.
Üzerine ağırlık veya insan biner. Döven bir sırık veya zincirle boyunduruğa bağlıdır.
Dövenin koşulu olduğu hayvanlar ise sürekli daire şeklinde dönmek durumundadır.
düğen daşı (düğen dişi) : Çakmak taşı.
düğen (döğen, döven) gaşı (kaşı) : Dövenin ön kısmı, kayık gibi yukarıya kıvrılmış
bu bölümün alt yüzü sap üzerinde kolayca kayması için kayganlaştırılmıştır. Taşsız
ve kaygan olur.
düğen (döğen, döven) sürme : Olgunlaştıktan sonra biçilen ekinler harmana toplandıktan sonra “yığın”
yapılır. Bu yığınlardaki ekinlerin, ivedilikle sapıyla tanelerinin ayrıştırılması
gerekir. Bunun için önce bir dövme işlemi yapılması lazımdır. İlkel usullerden birisi harmana
yayılan ekinin üzerinde öküz, manda ve at gibi hayvanlarla, altına çakmaktaşları (dolayısıyla
kesiciler) takılmış dövenlerin dolaştırılması ve
iyice inceltilerek tanelerin ayrılabilir hale getirilmesi işlemine “döven sürme” denir. Döven,
çamdan yapılan kayığımsı bir alettir.
düğensilik : Döveni boyunduruğa bağlayan alet, sırık.
göbü: Dövenin iki tahtasını
birleştiren, aynı zamanda düğensilik’ in bağlandığı parça.
tınar soğurma (savurma) : Öküz veya manda ile atların çektiği döven, altındaki çakmak taşları dizisi vasıtasıyla
kesici, parçalayıcı görevini yerine getirir.Bu işlemden geçen ekin artık ekin olmaktan çıkar bir
saman yığını haline gelir. (Bu saman yığını da “tınar savurma”
denilen, rüzgara tutulma işleminden geçirildikten sonra tane ile saman kesin olarak ayrılmış olur.
) (ŞEKİL 5)
tokola : Boyunduruğa
bağlı halka.
tokola çivisi : Tokola’
yı Düğensilik’ e bağlayan çiviye denir.
zencir (zincir) : Düğensilik’ i Düğen Gaşı’ na bağlar.
2. ATASÖZLERİ
1. Abrulun onunda
ya on horum ot, ya öküzün gönünü kurut! ( Bölge ağızl. I-25)
2. Acamı öküz boyunduruk gırar. (Kastamonu)
3. Acemi üçüz brondugı kırar. (Makedonya - Mamuşa)
4. Acemi öküzü yedeğe alırlar. (I-26)
5. Ahırdan çıkan(yetişen)öküze tosun derler. ( Bölge ağızl. II-21)
6. Akıllı öküzden ahmak at iyidir. (Kazak-29)
7. Arıya verdim uçuvedi, kömüşe verdim sıçıvedi (Hasan Küçükyıldız)
8. At biniciyi, öküz koşucuyu bilir. (Kastamonu) (Erdoğdu-336)
9. Attan kalanı öküze dökerler.(II-26)
10. Bağlı it ürer, bağlı öküz süser. (Kazak-70)
11. Bak anasını, al danasını. (I-58)
12. Baksını bayım bar deme, bukanı malım bar deme (Kazak 72)
13. Baktın Martın dokuzu, sal çayıra öküzü. (I-58)
14. Batmış kağnıyı koca öküz çıkarır. (I-61)
15. Bazen teker döner, bazen dingil (I-61)
16. Bir dana bir ahırı (nahırı) bekler (pisler,bozar.) (I-65)
17. Bir götü boklu dana, bir dam sığırı boklamış. (I-65)
18. Bir meşeden okluk da çıkar, bokluk da. (I-67)
19. Bir ocaktan (oymaktan, kökten) okluk da çıkar bokluk da. (I-67)
20. Bir ötürekli dana bir sürüyü bok eder.(II-31)
21. Bir tırıklı dana bir hergeleyi bok eder.(II-31)
22. Bir yıl nadassız kalan, iki yıl ekinsiz kalır. (I-68)
23. Boğayı böğürten taşaktır. (I-69)
24. Boynuz öküze, semer eşeğe yük olmaz. (I-71)
25. Boynuz öküze yük olmaz. (I-71)
26. Boynuzu gözüne batmayan danayla vuruş.(II-31)
27. Boyunduruğu görünce öküz canlanır.(II-32)
28. Boyunduruğu koca öküz çeker. (I-71)
29. Buzağı çalan, öküzü de çalar. (Kazak 103)
30. Büyük öküz ölmeden yeri belli olmaz.(I-74)
31. Büyük öküz yan bakmasa küçük öküz zelve kırmaz.(Öcal Oğuz-Yozgat)
32. Cahil yiğitten uysal öküz üstündür. (Kazak 104)
33. Cehennnemde bin öküz bir kuruşa Cennette bir öküz bin kuruşa(II-33)
34. Çabalayan öküz çifte çok gider. (I-77,II-33)
35. Çatılı öküzün arasına girme! (I-78)
36. Çatılı öküzün arasına girilmez.(II-34)
37. Çiftçi isen nadası üçle, koyuncu isen ağılda kışla! (I-79)
38. Çiftçinin ambarı sabanın ucundadır. (I-79)
39. Çoban bir kilo kıl, reçber bir kağnı saman yer. (I-80)
40. Dağda öküz, düğünde kız seçilmez. (I-84)
41. Dana biçikten artar, para buçuktan artar. (I-86)
42. Dana boku sıva tutmaz. (I-86)
43. Dana ne kadar büyüse, gene anasını emer. (I-86)
44. Dananın oynaması kazıktan. (I-86)
45. Dar yerde harman olmaz. (I-86)
46. Dedikodu öküzü de öldürür. (Kazak 131)
47. Dek duran danayı canavar yemez.(II-37)
48. Deli öküzün koşumu iyi olur. (Numan)
49. Deve gözünü süzer, boğa yularını koparır. (Kazak 153)
50. Durgun öküzün ıslık canına minnet. (I-99)
51. Düğe göz eylemese, boğa sıçramaz. (I-102)
52. Düğen öküzünün ağzı tutulmaz. (I-99)
53. Dünya öküzün boynuzunda dönüyor. (Kastamonu) (Marifetname)
54. Düşen öküze bıçak çeken çok olur. (I-101)
55. Düven süren öküzün ağzı boş durmaz., (I-102)
56. Edersen nadas, ekmeğin olur has. (I-103)
57. Ek tohumun arısını, bitmezse bitmesin,
Koş
öküzün irisini çekmezse çekmesin. (I-105)
57.Elin köpeğini mankurlayanın mankur elinde kalır.(Trabzon
Maçka)(Mankur=Boyunduruk) (II-44)
58. Erkek atın kişnemesi öküzün sayesindedir. (I-113)
59. Eser eser yağmazsa, sat öküzü çavdar al.
60. Eser eser yağarsa, sat çavdarı öküz al. (I-114)
61. Ev danası ev danasından korkmaz. (I-118)
62. Ev danası öküz olmaz. (I-118,II-47)
63. Evdeki buzağı öküz olmaz. (I-118)(inek olmaz)(II-47)
64. Evleği koca öküz katar(II-47)
65. Evleğin derinini(hendeğini)ihtiyar(yaşlı)öküz yapar.(II-47)
66. Ezrail’ in danasını kurt yemez. (I-120)
67. Geçen kağnının gölgesi olmaz(II-49)
68. Gizli boğaya gelen aşikar doğar. (I-126)
69. Göçen halkın boğasını, yerli halkın danası korkutur. (I-189)
70. Harman dönen öküzün başı bağlanmaz.(Numan)
71. Hayvanı gösteren tımardır. (I-133)
72. Hayvanın iyisi otlukta, insanın iyisi kıtlıkta (I-133)
73. Her öküz kendi çiftiyle koşulur. (I-136)
74. Hırsız evden olursa öküz (dana) bacadan çıkar. (I-138)
75. Hoha var öküz durdurur,
76. Hoha var zelve kırdırır (I-139)
77. İki boğa vuruşsa, aralarında buzağı ölür. (Kazak 220)
78. İlıye iilik olsaydi, kara öküze biçak olmazdi.(Makedon 61)
79. İnek boynuzlu öküzde güç olmaz, öküz boynuzlu inekte süt olmaz (Kazak 225)
80. İnek öküze ; “öğünü çabuk yi, çifte gideceksin” demiş, öküz de ineğe; “ sen
çabuk yi, az sonra sağılacaksın” demiş. (Hayrunnisa
Küçükyıldız)
81. İnek öldü hap kesildi,dana öldü hep kesildi(II-58)
82. İneğin öküz başlısı, tarlanın ufak taşlısı (makbul olur) (I-142)
83. İnsanın yere bakanından, hayvanın göğe bakanından korkulur! (I-143)
84. İnsanlar sözleriyle, öküzler boynuzlarıyla bağlanırlar.(Roma Atasözü-A.Oktay Güner, Ceviz Kabuğu,8.4.2000)
85. İşleyen demir ışılar, yatan öküz muşular. (II-59)
86. İyi öküz dönümünü bilir(I-148)
87. İyiliğe iyilik olsaydı, kara öküze bıçak olmazdı. (Hasan Küçükyıldız) (Kara öküzün,
sarı öküze göre daha makbul olduğunu, iyi çalışıp sadakatle hizmet ettiğini gösterir.Ama bu
da onu işe yaramaz hale gelince kesilmekten kurtaramaz. Ayrıca insanoğlunun nankörlüğüne de işaret
edilmektedir.)
88. Kadının ere, öküzün yere, tarlanın eve yakını (makbuldür.) (Erdoğdu 227)
89. Kadının uzun saçlısı, ineğin öküz başlısı (I-150)
90. Kalbur kalbur taşımadan, kaldır kaldır kaşıması iyidir. (Hayrunnisa Küçükyıldız)
(Öküze kalbur kalbur saman veya yiyecek vermektense, tımarına önem verilmesi gerektiği işaret ediliyor.)
91. Kapıdan yetişme tosun olmaz.(I-151)
92. Kara öküz (ürünü) eker amma, gün gırmızı (erken?) doğar.(veya “gün insanı bunaltır”)
(Hasan Küçükyıldız) (Herşey insan gücüne –aklına-bağlıdır anlamında.)
93. Kara öküz sarı öküzden makbuldür.(Hasan Küçükyıldız)
94. Karı kocasını bulmamış, yağşanıp geçer
Öküz
dengini bulmamış genşenip geçer (I-152)
95. Kendiminki dediğimde öküz gibi gücüm var.
Başkasının
dediğinde şöyle böyle işim var. (Kazak 268)
96. Kırmızı öküz kızara kızara ölür (I-158)
97. Kışın koca öküze bakmazsan, yazın derisini yüzersin.(I-159)
98. Kızın saçlisi.tarlanın taşlisi,öküzün yaşlisi deerlidir.(Makedon 64)
99. Koca öküz böğlek (bünelek) (I-162)
100. Koca öküze deh, gelene meh de.(I-162)
101. Koca öküz çizgiyi doğru çeker.(II-68)
102. Koca öküze ıslık (çürük saman) bahane (I-162)
103. Koca öküz olmazsa uşağın karnı doymaz (I-162)
104. Koca öküz otluğun yıkıldığı gün doyar(!-162)
105. Koca öküz ölmüş de “Gönümü düvenin üstüne atıverin” demiş.(D- 353)
106. Koca öküz ölmeyince yeri belli olmaz (I-162)
107. Koca öküzün götü gibi şıkırdama! (şıkır şıkır etme, sır tutmasını bil, sana verilen bilgiyi hemen ortaya dökme anlamında) (Kastamonu)
108. Koca öküzün ölümü samandan olsun (I-162)Mal canın yongasıdır. (Kastamonu)
109. Kör boğayı susturmak zordur.(II-69)
110. Köy danasından öküz olmaz(I-167)
111. Kurt danasız, kuş tanesiz olmaz(I-168)
112. Mart martlığını gösterir, koca öküzün boynuzunu karlatır.(I-171)
113. Meregin samanını danalar bitirir. (I-171)
114. Ne çekerse koca öküz çeker. (I-173)
115. Olacak dana kom önünde belli olur. (I-175)
116. Ot otunu(yerini) öküz çiftini bulur (I-176)
101. Otlu yerde öküz semirir, ölümlü yerde molla semirir. (Kazak
325)
102. Öğünen öküz evleğe sıçar. (I-177,II-76)
103. Öküz ayağı olmaktansa, dana başı olmak daha iyidir. (Malatya 196)
104. Öküz altında buzağı arama! (Kastamonu)
105. Öküz altında buzay aranmaz. (Makedon-73)
106. Öküz bağıracağına kağnı bağırır.(II-76)
107. Öküz başlı inek sütsüz, inek başlı öküz güçsüz olur. (Erdoğdu- 228,230)
108. Öküz büyük olsun da çift çekmezse çekmesin.(II-76)
109. Öküz boynuzlu inekte süt olmaz. (Kazak 225)
110. Öküz cırıldamadan araba cırıldar (I-178)
111. Öküz danaya demiş ki;”Ye ki süte gidesin.”, O da demiş ki;”Süte gidenle gitmeyen belli
olur.”(I-178)
112. Öküz eşiyle, döğen dişiyle döner (I-178)
113. Öküz eşiyle koşulur. (I-178) (Hasan Küçükyıldız) (Kayısı)
114. Öküz gibi malın olsun. (Kastamonu)
115. Öküz göpe sıça sıça büyür (II-76)
116. Öküz her yerde öküzdür. (Kastamonu)
117. Öküz koşulurken, inek sağılırken sevilir (Erdoğdu
336)
118. Öküz olacak dana, varır öküzün yanına yatar.(I-178)
119. Öküz olmadan güpe (göpe) sıçma! (Hasan Küçükyıldız) Öküz kadar büyü, çalış,hizmet et de ondan
sonra ne halt edeceksen et, Destursuz bağa girme anlamında)
120. Öküz olsun götü olsun (Mirhamza) (Bir işin olmamasından eksik de olsa olması daha iyidir anlamında)
121. Öküz öküzün boynuzunda çamur görmezse korkmaz.(I-178)
122. Öküz öldü, düğen kaldı harmanda,
Akıl gitti, fikir kalmadı fermanda. (Hasan Küçükyıldız)
123. Öküz öldü kağnı (karnı) sindi (sındı). (Hayrunisa Küçükyıldız) (D-371) (Kocası
ölen kadının kocasının akrabalarıyla ilişkisini kesmesini anlatır) (Değerli Halkbilimci
Ayşegül Bahşışoğlu’nun uyarısına göre doğrusu:Öküz öldü kağnı sindi=kırıldı
olmalıdır.
124. Öküz öldü kan kurudu (Öküz ölür kan kurur) (Hasan Küçükyıldız) (Ancak namusa tecavüz eden kişi öldürüldüğünde
kirletilme unutulabilir anlamında ) ( Bulut )
125. Öküz öldü ortaklık bitti. (Kastamonu)
126. Öküz; “Öldüğüm zaman derimi ineğin sırtına atıverin” dermiş. ( Hasan Küçükyıldız)
(Bir buçuk-iki yaşında, bazen üç-dört yaşında enendiği-hadım edildiği için gönlü kalırmış)
127. Öküz ölür çift kalır,eşek ölür yük kalır.(I-178)
128. Öküz ölür gönü kalır, yiğit ölür ünü kalır.(I-178)
129. Öküz tekini bulmadan çifte yürümez.(I-178)
130. Öküz yemi bitince çifte gideceğini bilir.(II-76)
131. Öküz yere düşünce kasaplar çoğalır.(II-76)
132. Öküze boynuzu,köpeğin kuyruğu ağır gelmez.(I1-78)
133. Öküze boynuzları ağır gelmez. (Kastamonu)
134. Öküze beynuzi aur gelmes. (Makedon- 73)
135. Öküze doğan talih, buzağıya da doğar. (Kazak 327)
136. Öküze vurmuşlar; “Vay arkam” demiş. (Kastamonu)
137. Öküzü kene azdırır,Akıllıyı düşünce azdırır. (Kazak -327)
138. Öküzü bildik, kömüşü duyduk yerden al! (Erdoğdu-336)
139. Öküzü olmayan akşamdan koşar(II-76)
140. Öküzü öküz edeceksen yem al,karıyı karı edeceksen don al.(I-178)
141. Öküzü sahibinin dediği yere bağla da ister kurt yesin ister ayı.(Öcal Öğuz)
142. Öküzü saldım çayıra, Mevlam bizi kayıra. (Kastamonu) (Kimbilir kiminle kavga eder, muruşur, sakatlanır
belli olmaz! Anlamında)
143. Öküzü yokuşa sürenin hayatı zorlaşır. (Kazak 327)
144. Öküzün ayağı (tırnağı ) olacağıma Keçinin boynuzu olurum (daha iyi) (Afganistan-Mirhamza Hatunoğlu) (Öküz ayağı olmaktansa dana başı olmak daha iyidir.(Malatya
196)
141.Öküzün büyüğünü döverler.(II-76)
145. Öküzün büyük olsun da çüte gitmesin. (Malatya 198)
146. Öküzün çektiğini kayışa sor.(I-178)
147. Öküzün doyduğu haftasına sürer.(I-178)
148. Öküzün döngeli göğnüse de taş olur.(Erdoğdu-332)
149. Öküzün iyisi boyunduruk altında (iş başında) belli olur. (Kastamonu)
150. Öküzün töngeli göğnümez.(I-178)
151. Öküzün yaşlanması sürümden(Özbekistan-Türkmenistan Mirhamza)
152. Öküzün yatağına danayı bağlama (I-178)
153. Öküzüne ho de, gelenine me de.(I-178)
154. Sağlam öküze çürük saman kar etmez(I-184)
155. Sakın abrulun (nisan) beşinden,öküzü ayırır eşinden.(Erdoğdu-337)
156. Sakın nisanın beşinden, öküzü ayırır eşinden (Makedon 76)
157. Samanın iyisini marta koy,marta koymazsan koca(gece) öküzün derisini(gönünü) avlaya(çangala)artakoy.(I-184)
158. Samanın yarısını marta koy.(I-184)
159. Samanlığı bitiren danadır.(II-79)
160. Samanlığı danacıklar tüketir.(I-184)
161. Samanlıktan gelir dananı yolu (I-185)
162. Sarı (soru) danadan iyi öküz olmaz. (Hasan Küçükyıldız)
163. Sarı öküz yarı öküz. (Hasan Küçükyıldız)
164. Sen besle danayı,koyun bulur anayı(I-185)
165. Süseğen ineğe Tanrı boynuz vermez.(II-81)
166. Şubatın arpası,Martın sıpası(II-81)
167. Tahsildarın iyisi öküzün tekini,kötüsü çiftini sattırır(I-191)
168. Tarlanın ufak taşlısı, kızın uzun saçlısı, öküzün inek başlısı.
(Erdoğdu 232)
169. Tek öküz çifte yürümez.(I-194)
170. Uzaktan alma düğeyi, çeker gider boğayı. (II-85)
171. Yağlı öküz taşları kayaları sürer. (II-87)
172. Yağışlı havada çift olmaz. (I-200)
173. Yağmur yağmadan çift olmaz. (I-201)
174. Yat öküze dökecek samanım yok.(II-88)
175. Yatan öküze saman olmaz (I-203)
176. Yatan öküze yatsılık olmaz. (Erdoğdu 234)
177. Yazın harmana sıçan öküzün,kışın hatılda (=hayvan yemliği) ağzına gelir.(II-91)
178. Zayıf(hasta)öküzün kıblesi aranmaz.(II-91)
179. Zenginin buzağısı olacağına fakirin öküzü ol.(Kazak 415)
Ata sözlerimizin her birinin engin anlamları
vardır.Yukarıdaki atasözlerinden sadece birini biraz açmak istiyorum.”Öküz olmadan küpe (güpe veya göpe) sıçma!”
sözü olgunlaşmadan kaldıramayacağın yükün altına girmemeyi ihtar ediyor.Çünkü zayıf ve acemi
öküz usta öküzün bir hareketiyle kağnının boyunduruk ve göbü arasına sıkışır. Güçlü
öküz boyunduruğu ileri itmiş, zayıf öküzün boyunduruğu geri kalmış, boynu zelvenin sıkıştırmasıyla
müthiş acımıştır. Canı yanan hayvanın tepkisi arkasına gelen küpü pislemek olur. Atalarımız,
bu durumu atasözüne dönüştürerek, insanlarla kıyaslamamıza imkan vermişlerdir. Milletimiz her vesileyle
çevresinden ders almasını bilen derin bir gözlemciliğe sahiptir.Yetişmemiş insanlara “Dananın
teki” demiş, her şeye tahammül edip kabullenenlere de “Öküz gibi” demiştir. Türk insanının
en büyük yardımcılarından biri olan öküz, milletimizin bu derin gözlem ve benzetmelerinden bolca nasibini alarak
ata sözlerimizde bolca yer almıştır.
DEYİMLER
1. Adım adım arası,saban değmedik neresi? (D-216)
2. Ağaç meşenin,öküz paşanın.(D-217)
3. Ahmetin öküzü, bakar iki gözü (D-221)
4. Ahmetin öküzü gibi bakmak (D-221)
5. Aklı öküz mayısı gibi kat kat olmak(D-98)
6. Alaca dana,ak buzağı sade sizde mi var?(D-224)
7. Ali Ağanın ala danası gibi dolaşma(D-99)
8. Allahın fasulye öküzü(D-226)
9. Anası ne ki, danası ne ola? (D-232)
10. Anasını sağdım da danasını aç mı bıraktım?(D-101)
11. Anasının önüne geçen dana. (D-232)
12. Anayı yedi,danayı da yedi. (D-232)
13. Babam öküz olacak ta beni vuracak. (D-245)
14. Ben diyorum kara dana,sen diyorsun ala dana. (D-253)
15. Benim derdim inek ile dana,
Karımın derdi
sürme ile kına. (D-254)
16. Benim derdim inekle dana,
Seninki sindikle kına.(D-254)
17. Benim derdim oyunla manada,senin derdin inekle danada. (D-254)
18. Bit zelveyi kırmış eve girmiş. (D-261)
19. Boğazı saban demiriyle delinmiş. (D-262)
20. Bokunu boynuzlamak. (D-262)
21. Boynu boğazı altında kalmak. (D-263)
22. Boynu burulu. (D-263)
23. Boynuzunda çamur var. (D-263)
24. Boynuzu kurtlu(D-263)
25. Boyu uzun böğrü boş(içi boş),tut kulağından çifte koş. (D-264)
26. Bulut gitti Şam’a, öküzü sürün dama (D-111,D-265)
27. Çüte yerimez amma büğeleğe şartıynan (D-278)
28. Dağdan ayı gelir,ahırdan öküz çıkarır. (D-279)
29. Dam danası. (D-281)
30. Dana emmiyor, inek almıyor. (D-281)
31. Dana kalgır,buzağı kalgır (D-281)
32. Dana kalgır,buzağı kalgır; arada... da kalkır(D-116)
33. Dana otardın da hak mı ettin (D-281)
34. Dana öldü süt kesildi,inek öldü hep kesildi.(D-116)
35. Dana yalamış,gün kurutmuş (D-281)
36. Danaları yiyen kurt (D-281)
37. Danalığında süte doymamış. (D-281)
38. Dananın kazığı kopmak (D-281)
39. Dananın teki (Kastamonu)
40. Danayı dağa sürmek(D-116)
41. Darende öküzü (H.Küçükyıldız)
42. Dayanık öküze oha mahmaymış (D-283)
43. Dombay danası(D-131)
44. Dönümü ağır (D-294)
45. Düğen öküzü gibi (yemek) (Kastamonu) (Obur olması anlatılıyor)
46. Gıcılamaz kağnı(D-131)
47. Hamsin,zemheriden kemsin,koyuver buzağılar emsin(D-326)
48. Her zaman Agop’un öküzü ölmez,içli köftenin kırkı bir kuruş olsun(D-331)
????????????????????????????????????
49. Ho öküzüm ho,dönüm başına kadar geçim gerek(D-138)
50. Ho öküzüm ho,önün neyse sonun o.(D-332
51. İki evin bir öküzü (Malatya 198)
52. İki öküz arasından geçer,bir çift çarık çıkarır(D-334)
53. İki öküzün arasından bir davul gönle çıkar.(D-334)
54. İneğin yemini yiyip dananın hatılına yatmak (D-335)
55. Kağnının küpüne sıçırtmak (H.Küçükyıldız) (Zorda bırakmak,bunaltmak)
56. Kağnısı kayışlı(D-340)
57. Kağnıyı dayaklamak(D-143)
58. Kapısına boynuz dikmek (D-342)
59. Koca kafa içi boş,tut kulağından çifte koş.(353)
60. Koca öküz ölmüş de “Gönümü düvenin üstüne atıverin” demiş.(D- 353)
61. Komşu buzağısı aramak (D-354)
62. Kör öküz,kırık tapan (taban) geçinmek (D-356)(D-150)
63. Kör öküz közebe düşmek (D-356)
64. Kör öküzü götünden yemek(D-150)
65. Mahmut’un öküzü, bakar iki gözü (D-361)
66. Manav kağnısı gibi(D-154)
67. Mart buzağısı gibi bakmak(D-362)
68. Mart danası (D-362)
69. Mart,koca öküzün gönünü sırığa art (D-362)
70. Oha var ki hata giydirir, oha var ki zelve kırdırır(D-368)
71. Oha var öküz eyler,oha var samu kırar (D-368) ????????????????????????????????????????????????????????
72. Okta sapanda durmamak.(D-368)
73. Öğe öğe öküz ettiler, boynuzunu dokuz ettiler.(D-370)
74. Öküz Aleyisselam (H.Küçükyıldız)
75. Öküz eşini bulmamış(D-371)
76. Öküz gibi (Tahammülü fazla, herşeyi kabullenebilir anlamında)
77. Öküz gibi boğuşmak(Mirhamza)
78. Öküz gibi böğürmek(H.Küçükyıldız))
79. Öküz gibi ofutmak (Mirhamza)(Öküz gibi kırışmak, kurulmak, kurumlu kurumlu bakmak, yılçarmak =Karşı
gelmek,yan bakmak)
80. Öküz gibi burnundan solumak (Mirhamza)
81. Öküz gibi güçlü (kuvvetli) olmak (Mirhamza)
82. Öküz gibi gücünden habersiz olmak (Mirhamza)
83. Öküz herif (Kastamonu)
84. Öküz oğlu öküz (D-371)
85. Öküz kulağında kaval çalmak(D-371)
86. Öküz olmadan küpe(güpe) sıçmak(D-371)
87. Öküz olsun götü olsun(Mirhamza)
88. Öküz sabana (trene) bakar gibi (ne bakıyorsun?) (H.Küçükyıldız)
89. Öküz sıçmış, teker geçmiş(D-371)
90. Öküzden farksız olmak(Mirhamza)
91. Öküzü bıçağın yanına götürmek(D-159)
92. Öküzü ova arpası yemek (D-159)
93. Öküzü tereğe çıkarmak(,D-159D-371)
94. Öküzüm büyük olsun da çekmezse çekmesin.(D-371)
95. Öküzümün adı sağır,ha bağır,ha bağır(D-159)
96. Öküzün bıçağa baktığı gibi bakmak (D-159)
97. Öküzün gözüne dürtmek(D-371)
98. Öküzün kulağında yatmak(D-371)
99. Öküzü yüzdük,kuyruğuna geldik(D-371)
100. Öküz
yemi yesin,değirmene gidecek belli olur.(D-371)
101. Rumeli Öküzü gibi (ne gırışıyosun?) (Rumeli Öküzü gibi “dik kafalısın”
anlamında. Rumeli öküzleri yana veya yukarıya sivri boynuzlu olurmuş.) (Hasan Küçükyıldız)
102. Samanın
sarısından,saçmanın kurusundan Mayıs Dede’ye de sakla(D-378)
103. Sarı
öküzden dem veren (D-162)
104. Seraskere dana güttüren dünya(D-382)
105. Sürüde danası olmak(D-387)
106. Şeytanı boyunduruğa koşmak (D-166)
107. Şeytanın boynuzuna salıncak kurup kırk yıl sallanmak (D-388)
108. Tavşana boyunduruk germek (D-390)
109. Tekerine taş koymak (D-391)
110. Tekeri taşa dayanmak (D-391)
111. Yaza çıkarttık danayı,beğenmez olduk anayı (D-400)
112. Zevlileri ters çevirmek (D-175)
Kağnılarla ilgili olarak, Kurtuluş Savaşımızdaki Kağnı Kolları ile
ilgili roman ve hikayeleri ayrıca araştırmak ve bunu kültürümüzün değişik alanlarında, mesela
sinemada, değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum.
DUALAR:
1.Tekerine taş değmesin (Malatya 198)
BİLMECELER
1. Attım atana
Değdi batana
Deryada balığa
Düzde hotana.
(Öküz) (Kars)
2. Avucuma
sığar,ambara sığmaz. (Övendire) (Üçer-323)
3. Bize bir kişi geldi,
Tepesinde dişi geldi. (Öğendire) (Üçer-324)
4. Dağdan gelir ok gibi,
Kolları budak gibi.
Eğilir su içmeye,
Bağırır oğlak gibi. (Kağnı-Araba) (Erdoğdu-242)
5. Dağdan
gelir dak gibi
Kolları budak gibi
Eğilir su içmeye
Bağırır oğlak gibi. (Kağnı) (Üçer-324-325)
6. Dağdan kestim tahtalık, suya attım ak balık
(Saban) (Üçer-325)
7. Dalı aşağı,
Sapı yukarı. (Öküz Kuyruğu) (Kastamonu)
8. Et
yer, su içmez. (Öğendere) (Üçer-325)
9. Sekiz
ayak, iki baş
Üstü tahta, altı taş. (Öküz-Düven) (Üçer-327)
10.Üstü ağaçtan, altı taştan. (Düven) (Üçer-328)
MANİLER
Öküz aldım Hasan’dan
Satamadım tasamdan
Kar edeyim der iken
Ziyan ettim kesemden (Erdoğdu-230)
DUALAR
1. Tekerine
taş değmesin (Malatya-198)
ŞAKALAR
1. “Ne öküzünü methediyorsun, benim öküzüm senin öküzün gada (kadar) bok sıçar!”
TÜRKÜ
Kastamonu’lu değerli araştırmacı
Ata Erdoğdu’nun tesbitlerine göre öküz; Kına Türküleri’ne, ağır öşür vergisi dolayısıyla
yakılan türkülere (bir çift öküzünden biri alınan vatandaşın boyunduruğa kendisinin girmesini anlatan
Aşar Türküsü) ve nihayet dünya mizah edebiyatına mal olmuş olan aşağıdaki türküye bile girmiştir.
(Erdoğdu-147,168)
Manda yuva yapmış söğüt dalına
Yavrusunu sinek kapmış gördün mü?
Sabah erken çifte giderken,
Öküzüm torbadan düştü gördün mü?
Afganistan’lı Özbek Türklerinden Mirhamza Hatunoğlu’nun anlattığına göre Özbekistan’da
Öküz Koşukları yani Öküz Türküleri varmış. Pakistan Karakol şehrinde Öküz Koşukçu namında
bir sanatçı dahi varmış. Kars’ta at üstü makamları bulunduğuna göre Öküz Koşuklarının
ve koşukçularının bulunması çok tabiidir.
FIKRALAR
Kastamonu ili Budamış Köyünde (bizim köyde) bir hadise anlatılırdı;
Köye ilk defa traktör gelmiş. Köylünün biri “bunlar çok yoruldu” diyerek ot ve su uzatmış
traktörün önüne. Ekmek vermiş. Traktör ilgi göstermeyince ;
“Ekmek vedim yimeya, su vedim içmeya, hır hır deya başka bişey demaya” demiş.
Bu hadise muhtemelen bir tevatürdü. Hiç olmamıştı, ama anlatılırdı.
Traktörün onca ağır işi yapmış olmasına üzülmüş olmalı emmim!.
Köylünün öküzü, malı köylünün canıdır. Çünkü Mal canın yongasıdır.
Adamın birinin bir eşeği, bir çift de öküzü varmış. Askerden yeni gelen oğluyla ilgili
olarak, geç vakit, karısıyla konuşuyorlarmış, oğlan da uyuyamamış, dinlermiş;
Hanım demiş ki: “Herif,oğlan askerliğini yaptı, everivermek gerek, ne edeceğiz,
ne yapacoyuz? Adam :”Hanım,eşeği satsak oğlan evermez,öküzleri satsak aç kalırız,hele
günü gelsin düşünürüz.” Demiş.Oğlan konuşmanın devamını beklemiş,üç gün-beş
gün,bir ay.. Sonunda dayanamamış, anasına: “Kız ana, şu bizim öküz meselesini gonuşuven
gayrı” demiş.
MASALLAR ( Bu bölümde, Galip Erdem’in “Mektuplar”
köşesinde yazdığı bir masal aynen aktarılmıştır.)
MEKTUPLAR - Galip ERDEM , MASAL
SEVER MİSİNİZ*
Arif Ramazanoğlu dostumuz bana anlattı. Ona da babası anlatmış. Çok hoşuma giden
bir masaldır, sizlerin de beğeneceğini umarım.
Zamanın bir vaktinde, memleketin birinde üç öküz varmış. Akça öküz, kara öküz, sarı öküz..
Diğer öküzlere hem benzerlermiş, hem benzemezlermiş! Hangi taraflarının
benzediği malûm. Benzemeyen yanlarına gelince, birbirleriyle pek dost imişler. Hani,Canciğer kuzu sarması
dedikleri cinsten. Birbirlerinden hiç ayrılmaz, her yere birlikte giderlermiş. Beraberce otlar, yiyecek sıkıntısı
çekseler bile bulduklarını kardeşçe paylaşır, asla dövüşmezlermiş. Bir tehlike ile karşılaştıkları
zaman derhal birleşir, iri ve korkunç boynuzlarını kullanarak en azılı düşmanlarını
korkutur, yanlarına yaklaştırmazlarmış. Doğrusunu isterseniz, dostluğun çok da faydasını
görmüşler. En verimli çayırlara gidiyor, birlikte güzel güzel otluyor, semirdikçe
semiriyorlarmış. Eğer bir gün öküzlükleri tutmasaymış,
ömürlerinin sonuna kadar gül gibi geçinip gideceklermiş!...
O sıralarda, hayvanlar padişahı Arslanın canı sıkıntılı imiş.
Çünkü, ormanda hiç işi yokmuş. Yenecek hayvanların sanki de nesli tükenmiş. Arslan hazretleri sabahtan
akşama kadar hep esniyor, midesi de kazındıkça kazınıyormuş. Bakmış ki, böyle olmayacak:
“Bari, demiş, ormana çıkayım da çayırlara doğru şöyle bir uzanayım, belki de bir
şeyler bulurum.” Dediği gibi de yapmış. Çayıra gelince üç ahbap öküzü görmüş,ağzından
sular akmış., “Ah, diye söylenmiş. Şunları bir yesem de midem bayram etse!...” Önce adeti
üzere kükremiş, sonra öküzlerin üstüne yürümüş. Üç ahbap, arslanın sesini duyunca, hemen yan yana durup safları
iyice sıklaştırmışlar, bir de hafiften bir “boynuz” gösterisi yapmışlar! Arslanda
akıl çok...Vaziyetin nezaketini anlamış, siyasetini hemen değiştirmiş. Fazla yaklaşmadan
öküzlere seslenmiş: “Günaydın,arkadaşlar nasılsınız?” Padişah hatır sorunca,tabii
akan sular durmuş,eğilip saygılarını sunmuş,cevap vermişler: “Sağolun efendim,
çok iyiyiz!” Arslan tekrar seslenmiş: “Değerli arkadaşlar, gelişimi galiba yanlış
anladınız, sizi yemek istediğimi sandınız.Asla böyle
bir niyetim yoktur. Karnım da zaten pek toktur. Günlerdir sizi gözlüyorum. Dostluğunuza, samimiyetinize hayran kaldım. Yiyecek her zaman bulunur, ama candan bir dost bulmak çok güçtür. Beni de aranıza almanızı,
dost olmamızı teklif ediyorum.Sizi hiçbir zaman yemeyeceğime, üstelik bütün düşmanlarınıza karşı
koruyacağıma söz veriyorum. Hayvanlar padişahı ile dost olmak istemez misiniz?...” Öküzler, arslanın
dostluk teklifine öyle sevinmişler ki, neşelerinin fazlalığından böğürmeye başlamışlar.
Bir arslanla üç öküz arasındaki duyulmamış dostluk böylece kurulmuş. Bir gün, üç gün geçer, arslanın
iştahı kabardıkça kabarır, münasip fırsat kollar. Fırsat çıkmayınca, dayanamaz icadeder.
Bir gün, akça öküz, çayırın yanındaki dereden su içmeye gitmiş. Arslan, kara öküzle sarı öküze ya
nasip demiş ki: “Sevgili arkadaşlar, size büyük bir tehlikeyi haber vermek zorundayım. Akça öküz arkadaşımız
yüzünden her gece kötü bir duruma düşüyoruz. Çünkü akça öküz, rengi çok uzaklardan seçildiği için, karanlıkta
yerimizi belli ediyor, düşmanlarımızın silahına hedef oluyoruz. Çok düşündüm; yazık ki,
başka bir çare bulamadım. Yaşamak istiyorsak, akça öküzden kurtulmamız şarttır. Onu aramızdan
atmalıyız. Siz ne fikirdesiniz? “Kara öküzle sarı öküz boynuz boynuza verip konuşmuşlar. Akça
öküz giderse, çayırın kendilerine kalacağını da söyleyememişler ama,hesaba katmışlar.Nihayet;
“Ferman efendimizindir,tedbiriniz münasiptir.” Cevabını vermişler. Arslan teşekkür ettikten
sonra, “Akça öküz aramızdan ayrılınca ya bir kaplanın veya insanoğlunun midesine inecek.Arkadaşımızın
düşmanlarımızı beslemesinden herhalde hoşlanmazsınız.İyisi mi ben yiyeyim.Sizi çok
seven bir dostunuzdan bu kadarcık bir armağanı esirgemeyeceğinizi umuyorum.” demiş. Kara öküzle
sarı öküz, arslanın sözlerini akla yatkın bulmuşlar, akça
öküzün yenmesine razı olmuşlar. Aradan beş gün geçmiş, arslan; sarı
öküzle tek başına konuşmuş. Aynı hikaye, aynı düzen! Kara öküz de mideyi boylamış. Bir beş gün daha geçmiş: arslan, sarı öküzü almış karşısına.
Bir kökremiş; “Ey öküz oğlu öküz, demiş,sıranın kendine geleceğini hiç düşünmedin
mi?”
Masal böylece bitiyor. Arslan, muradına ermiş, biz kerevetine çıkmışız: öküzler de
arslanın midesine inmiş!
Bakıyorum: Yiyenlerin arslanlıkla en ufak bir ilgileri yok; yenenler de öküz değil. Yine de yenme
işi devam ediyor.Neyin nesi acaba?...( *Erdem / 5)
SONUÇ
Öküzle ilgili bu tesbitlerimiz çok sınırlıdır. Ciddi çalışmalarla bu bilgiler olağanüstü
geliştirilebilir.Burada öküz bilgisinin, yani öküz ve öküze bağlı olarak gelişen kültürün, bize sunduğu
zengin dil ve mana atmosferini bilmenin bize ne kazandıracağının sormak lazımdır. “Öküzü,
öküzle ilgili atasözleri, deyimler ve kelimeleri, kullanılan aletlerin parçaları ve benzeri bilgileri bilmek, bugün
kısmen veya tamamen terk ettiğimiz bir hayat şeklini hatırlamak bize ne gibi katkılar sağlayacaktır?”
Öküz bilgisine sahip olmakla en azından şunlar kazanılabilir diye düşünüyoruz;
1. Yaptığımız bu derleme ile Türkçe sözlüğümüze derlenmemiş yeni kelimeler kazandırmış
oluruz. Derleme tarama çalışmalarında gözden kaçmıası muhtemel sözcükleri sözlüklerimize kazandırmak
çok önemlidir.
2. Sanayilerde,
tamirhanelerde çalışan araba tamircilerinin, herhangi bir ilmi destek veya dış tesir olmadan, tamir ettikleri
otomobillerin yabancı dillerdeki parça adları için; beşik, deve
boynu .. gibi tamamen Türkçe kelimeler kullanmaları örneğinde olduğu gibi yukarıda tespit ettiğimiz
kelimeler otomobil sanayiindeki kullanıcılara kazandırılabilir.(3) Türkçe’mizi istila eden motorlu
araçlara ilgili bu kelimelerin yerine, aynı amaçla kullanılan Kağnı parçalarının adlarının
kullanılması Türkçe’mizi zenginleştirecektir. Bu çalışmamızda bizim tespitimizin çok sınırlı
olduğunu, gerçekte dikkatli araştırmacıların (acele ederlerse!) yüzlerce kelime daha bulabileceklerini
gördük. Ancak kaybolma sürecinin çok hızlı işlediği asla unutulmamalıdır.
3. Öküz
Bilgi öbeğinden günlük hayatımızda karşılaştığımız meseleleri çözmede yararlanabiliriz.Son
derece kolay çözümlerle dolu araçlarını yeni keşiflerimiz için değerlendirebiliriz.
4. Günümüzde
tarlalarda traktörün giremediği, sürülmeden kalan yerler çoktur. Buraların sürülmesi için öküz kullanılabilir.
Yine, dağdan odun çekimi için, traktörün giremediği başka alanlar için, bilhassa dağ köylerinde hala öküz
lazımdır ve kullanılmaktadır. Oradaki işler traktörle yapılamadığından öküz gücünden
yararlanılmaktadır. Bu bölgelerimizde topladığımız bu bilgilerden istifade edilebilecektir.
Her şeyden önemlisi; “Bu bilgiler bize bugün lazım olmasa bile gün gelir evlatlarımıza lazım
olur” diyerek gelecek nesillere bırakabiliriz. Onlar, belki de öküzlere, öküz arabalarına ihtiyaç duyacaklardır.
Yabancı filmlerde görüyoruz; Dünyamız bir yandan son derece gelişirken bir yandan da ilkel hayata dönüyor,
barbarlaşıyor.
5. Kurtuluş
Savaşımızın destâni hikayesi henüz filme, sinemaya, televizyona yansıtılmamıştır.
Özellikle savaşın kazanılmasında önemli bir yeri olan “Kağnı Kolları” nın
hikayelerine henüz dokunulmamıştır. Öküz Bilgisi’ne sahip olmak, o günleri bugünkü nesillere gerçekçi
bir şekilde aktarmamız için şarttır.
6. Öküz
Bilgisi’ne sahip olmak, benzer hazine kaybı olan alanlarda kaybolmaya karşı tedbirler alınmasını
ve başka alanlarda da o alanın bilgisine sahip olma arzusunu geliştirebilir. Mesela; artık mühür kullanmıyoruz,
kaybolmasın diyerek, yok olan mühürcülüğümüzü araştırıp ortaya koymak önemlidir. Çünkü yabancı
markaların, sembollerin ezici baskısından ancak hafızamıza başvurarak kurtulabiliriz.
Son olarak annemin bir sözünü aktarmak istiyorum: “Öküz varken (soframızda) bet bereket vardı.
Bu traktör harıl harıl çalışıyor, işleri tez tez bitiriyor amma eski günlerden bir şey
kalmadı!”
KAYNAKLAR
Aca, Mehmet. Türk Destanlarındaki Aşerme (Yerikleme) Motifi, Milli Folklor
Dergisi, Yaz 34, 1997, sf. 78-81
Artun, Erman, Adana Yağmur Yağdırma Törenlerinde “Boğa Dede,Bulut
Dede ve Tosun Dede Kültü” Folklor / Edebiyat, Halkbilim, Etnoloji, Antropoloji, Müzikoloji üç aylık kültür dergisi,
1999 / 4, s. 20, sf.125-130
Beğenç,
Cahit. Anadolu Mitolojisi, İstanbul, Milli Eğitim Basımevi - Devlet Kitapları Müdürlüğü, 1967, sf.
73-74
Bölge Ağızlarında
Atasözleri ve Deyimler, Ankara, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Dil Kurumu Yayınları, 1996
Bulut, Şevket. Sarı Arabalar, İstanbul, Haraket Yayınları, 1974, sf.41
Galip Erdem, Mektuplar
- Masal Sever misiniz, Devlet Dergisi, 1 Eylül 1969, sf. 5
Erdoğdu, Ata. Kastamonu Folkloru I, 2.Baskı, Kastamonu, 1992, sf......
Erdoğdu, Ata. Kastamonu Folkloru II, Kastamonu, 1993, sf. 74
Ergin, Muharrem (Haz). Dede Korkut Kitabı, İstanbul, Milli Eğitim Basımevi,
1969, (1000 Temel Eser) , sf. 8-27
Erzurumlu İbrahim Hakkı. Marifetname,
Esin, Emel. Türk Kültür Tarihi - İç Asyadaki erken safhalar, Ankara, Atatürk Kültür
Merkezi Başkanlığı Yayınları, 2. bsk, 1997, sf. 1
Güngör, Harun., Küçük, Abdurrahman. Milli bütünlüğümüzün kaynakları; Asya’dan
Anadolu’ya Taşınanlar; “Türk Alevi Bektaşi inanışlarında Şamanlığın
izleri” (Makale), Ankara, Atatürk Yüksek Kurulu-Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları,
2. bsk. 1999
Hasan,Hamdi. Makedonya ve Kosova Türklerince kullanılan Atasözleri ve Deyimler,Ankara,TDK
Yayınları,1997
(Kurul). Malatya 96 - Coğrafi, Ekonomik, Sosyal, Kültürel ve Tarihi Yönleriyle,
Ankara, Malatya Valiliği, 1996. sf. 196-198
Kartal, Numan. İnegölde Söylenen Atasözlerinden Bir Seçki, Türk Folkloru
Dergisi, Sayı 56, Mart 1984,
sf. 22-24
Naskali, Emine Gürsoy., Duranlı, Muvaffak (Hazl.). Altayca-Türkçe Sözlük, Ankara,
A.K.D.T.Y.K.,TDK Yayınları,1999
Ögel, Bahaeddin. Türk Mitolojisi II, İstanbul, Milli Eğitim Bakanlığı
Yayınları, 1997, sf. 118-120
Sanders, Barry. Öküzün A’sı, Elektronik Çağda Yazılı Kültürün
Çöküşü ve Şiddetin Yükselişi, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1999, sf. 11-12
Türkçe Açıklamalı Kazak Atasözleri
Türkmen, Fikret, Dil ve Geleneksel Kültür ( Radyo ve Televizyon Yayınlarında
Türk Dilinin Kullanımı, Tebliğler, Geçici Danışma Kurulu Toplantısı, 25-26 Kasım 1998
) Ankara, TRT, sf.173-176
Yıldız,
Naciye. Manas Destanı (W. Radloff) ve Kırgız Kültürü ile ilgili tesbit ve tahliller, Ankara, Atatürk Kültür,
Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Dil Kurumu Yayınları, 1995, sf. 215
Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig, Haz. Besim Atalay, Ankara, Türk Dil Kurumu Yayınları,
Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig, Çev. Reşit Rahmeti Arat, Ankara, Türk Tarih Kurumu,
7. bsk. 1998, sf. 469 (6535.beyit)
KAYNAK KİŞİLER
Ahmet Kızılkaya,Yozgat, Büyükeynelli
Köyü, 1931 Doğ., Emekli memur.
Hasan Küçükyıldız (Babam) , Kastamonu, Kumara Köyü, 1929 Doğ., Emekli
Öğretmen ( Çocukluğu ve bütün tatilleri Kastamonu Budamış-Kumara Köyünde, ilk öğretimi Kastamonu’da,
öğretmen okulu Edirne ve Balıkesir’de, ilk öğretmenliği 1950’li yıllarda Hakkari Yüksekova’da,
ilçelerinde maarif müdürlüğü vekilliği, Erzurum’da yedeksubaylık ve Kastamonu’nun çeşitli
il ve ilçe köylerinde ilkokul öğretmenliği )
Hayrunnisa Küçükyıldız (Annem) , Kastamonu, Kumara köyü, 1941 Doğ. , Ev
hanımı (Kastamonu dışına çok az çıkmış.)
Hikmet
, Almus - Tokat,
Doğ., Ankara’da Oto Tamircisi
Mehmet Akif Erbaş, Sinop, 1954 Doğ., TRT’de prodüktör
Mirhamza Hatunoğlu, Afganistan Hilmend bölgesi, Nadeli Köyü, 1970 doğ., Türkolog
Mustafa Kayısı, Gümüşhane, Sivan, Sarıca Köyü,Yaş: 65, Emekli
Memur
*Mustafa Ustaoğlu, 42 yaşında.
Doç.Dr.Öcal Oğuz, Yozgat, G.Ü. Halkbilimci